Yaşamak gibi var mı?...

Dün 1 Mayıs'tı, Cumhuriyet'e 1 Mayıs 1975’te girmiştim. Dokuz yılı bitirmiş, onuncu yıla dönmüşüm. Cumhuriyet en uzun çalıştığım gazete, ondan sonra sekiz yılla Milliyet gelir. Vatan, Öncü, THA, Yeni Ortam. Yeni Ortam’da dört-beş yılım geçmiş, az değil o da...
Bize ne senin hangi gazetelerde, ajanslarda çalıştığından? diyen çıkabilir; doğrudur da. Söze girmek için açmıştım çalıştığım yerleri...
Cumhuriyet 7 Mayıs’ta altmış yaşını kutluyor. Önemli bir yaş altmış yaş. Okurlarına kutlu olsun!
"Yeditepe" dergisi, otuz beş yaşına bastı. “Varlık” yanında, “Yeditepe" çıkınca, nasıl sevinmiştik. Elimizde doğmuş gibiydi. "Varlık"a da kıyamaz, ikisini de alırdık. Biri Yaşar Nabi’nin çabasıyla, öbürü Hüsamettin Bozok’un özverisiyle çıkardı. "Varlık" ağabeysi durumundaydı "Yeditepe"nin. Bugünün yazın adamları, sanatçıları çok şey borçludurlar, "Varlık"a da, "Yeditepe'ye de, ikisine de uzun yaşam dilerim.
27 Nisan Münir Nurettin Selçuk'un ölümünün üçüncü yılıydı. Timur Selçuk, babasını yaşatıyor işte.
Bilmiyordum, Mustafa Şerif Onaran söyledi; Sabahattin Teoman hastaymış, Ankara’da Yüksek İhtisas Hastanesi'nde ameliyat olmuş, yatıyormuş. 510 numaralı odadaymış. Yanında kızı Hale Teoman kalıyormuş. Sabahattin Teoman, yetmiş yaşını aşmış bir yazarımız, ozanımız. Ataç’ın Sabahattin Teoman'la ilgili yazılarını, eleştirilerini anımsıyorum. Ataç'ın beğendiği ozanlardan, yazarlardandı Sabahattin Teoman. İğneleseler de biribirlerini, dost iğneleriydi bunlar acıtmazdı. Sabahattin Teoman'a geçmiş olsun!.
Fikriye Hanım öldü. Pazar günü. Fikriye Hanım, gazeteci arkadaşımız Selçuk Altan'ın annesi. Onu önceki gün toprağa verdik. Yıllar öncesinden tanırdım Altan ailesini. Babaları Suphi bey, emekli topçu albayı, Kurtuluş Savaşı gazisi. Fikriye hanım, "Oğlum Selçuk'un arkadaşı" diye ağırlardı, evlerine gittiğimde. Yıllar önce ördüğü kazağı nasıl unuturum? Yıldız, Aynur daha küçüktüler. Büyüdüler, ölüler anılarda yaşatılırlar...
Selçuk Altan, "Güneş”te çalışır. Güneş’in "Arka Pencere" sini hazırlayan Melih Aşık'a, Ankara’dan öyküler, fıkralar taşır...
Yemeklerini yediğim Fikriye Hanım, anılarda yaşayacak bundan böyle...
Selçuk, yıllar önce tanıdığım arkadaşım. Yağmurlu bir gündü. 27 Mayıs öncesi, yağmurdan bir saçağın altına sığınmıştım. Yanımda biri daha vardı, şöyle dedi:
Siz Mustafa Ekmekçi misiniz?
Evet...
Benim adım Selçuk Altan, "Dünya"da çalışıyorum! dedi, el sıkıştık, tanıştık. O yıllardan beri dostuz...
27 Mayıs 1960 öncesinde de sıkıyönetim vardı. Sokağa çıkma yasağı da. Bir gece yarısı, Selçuk Altan, "Dünya"dan çıkıp, "Vatan"a uğradı. Birlikte konuşa konuşa evlerimize gidiyoruz. Selçuk'un sesi hayli gürdür. Boş sokaklarda şarkı söylemeye başladık. Bir ara, bir araba durdu az ilerimizde. Ankara Valisi Dilaver Argun'du;
Ne bağırışıyorsunuz? diye sordu.
Sokağa çıkma kartımız var diye karşılık verdik. Vali:
Sokağa çıkma kartı, şarkı söylemeniz için verilmedi! dedi. Yanındaki jeepteki subaya; "Alın bunları Merkez Komutanlığı'na götürün orada sabahlasınlar, akılları başlarına gelsin" dedi. Bizde şafak atmıştı. Bereket versin, subay anlayışlı çıktı, bizi Merkez Komutanlığı’na değil evlerimize bıraktı...
27 Nisan günlü "Güneş”in "Arka Pencere"sinde, "Okurumuz Kendini Neden Yakacak?" başlıklı bir yazı vardı; yazıda, kendini yakmak isteyen bir vatandaşın mektubu açıklanıyordu. Memur vatandaş, şöyle diyordu özetle:
"Ben 29 yıldan beri bir bakanlıkta memur olarak görev yapmakta ve halen 6. derecenin 9. kademesinden net 36.000 TL. civarında maaş almaktayım. Bunun 13.000 lirasını kiraya veriyorum. Kalan 23.000 lira ile eşim ve biri lisede okuyan iki çocuğumu, bütün fedakârlıklara katlanarak, açlıktan ölmemeleri için bugüne kadar getirdim.
Nasıl geldiğimi bir ben bilirim, bir de büyük Allah. Evimizin bir günlük ekonomik yaşantısını birkaç cümle ile sizlere ifade etmek isterdim; fakat moralinizi bozmaya hakkım yoktur. Şu anda ben 51 yaşındayım. Yıllardır omuzlarımda ve kafamda taşıdığım yükün altında, bu son yıllarda özellikle, o kadar ezildim ve çöktüm ki, 63-65 yaşlarında gezen bir ölü görünümündeyim. Şimdi mektubumun esas amacına gelelim: Mektubumun amacı: Memur emekli ikramiyesi. Şu anda oturacak bir yuvam yok. Şu anda alabileceğim emekli ikramiyesi 900.000 lira civarında. Basit bir sobalı daire ise üç milyon lira. Yani şimdiki ikramiye üç katına çıkmalı ki, bir daire alma imkânım doğsun...”
Vatandaş, bu durumda, kendisini yakmaktan başka yol bulamadığını söyleyerek, emekli ikramiyesiyle ilgili yasa 1 temmuz -15 temmuz tarihleri arasında çıkartılmazsa, "Ankara'da kendini yakacağını" açıklıyor.
Daha önce de, bir "Ankara Notları"nda değinmiştim. Yaşamak için dünyaya gelen bir kişinin, yaşantısına kendi istenciyle son vermesi olayı, yani "özkıyım" eski deyimle "intihar" kuşkusuz, insanın kendi içinde çelişkili bir oluşum. Bu konuda yapılan araştırmalar, şunu gösteriyor:
Özkıyım girişimi, ruhsal bozukluğu olan kümede ölümlerin en yüksek oranını oluşturuyor, özkıyım sonucu insanlar artık yaşamadıkları için bilimsel değerlendirmelerin yapılmasında güçlüklerle karşılaşılıyor. Onların iç yaşantılarına artık ulaşılamıyor. İnsanlar artık yaşamasalar da, geride bıraktıkları yaşantıları yanı sıra, bireysel, toplumsal çözümlemeler araştırmacılara belirti veriler hazırlayabiliyor; özkıyım istencini etkileyen etkenler çok çeşitli...
Özkıyım olayını, toplumsal, ekonomik boyutta ilk kez inceleyen Fransız toplumbilimcisi Emile Durkheim. O, kendini öldürmenin bireysel nedenlerden çok, toplumsal etkenlerle belirlendiğini öne sürer. Durkheim, toplumsal bunalımlarla, belirli ölçütlerin karmaşaya girdiği süreçlerde de oranın arttığını belirtir. Ekonomik bunalımların arttığı dönemlerde oranın yükseldiğini öbür araştırmacılar da doğruluyorlar. 1929 ekonomik bunalımında, özkıyımlar çoğalmış. Türkiye'de gazetelerde "intihar" sözcüğü yasaklanmış. Nâzım, kitabına "Benerci niçin intihar etti?" değil de, "Benerci kendini niçin öldürdü?" başlığını koyma durumunda kalmış demek...
Vatandaşımızın kendini yakmasına engel olmalıyız. Kuşku yok ki, özkıyım insanın varoluşuna aykırı bir olay. Aykırılık, normalden sapma gösteren kişilik yapısından kaynaklanmakta. Bu yönüyle, normal kişilik örgüsü etkili. Ne var ki, kişilik örgüsünü etkileyen, Durkheim'ın değindiği toplumsal etmenler de insan varoluşuna karşı ve sorumlu...
Konunun üzerinde daha durmayı düşünüyorum. İçimden, "yaşamak gibi var mı?" diye geçiriyorum...