Yargıcılar Kurulu ile Köy Enstitüleri...

Sınava girecek kız öğrenciler, çok heyecanlıydılar; erkek öğrencilerin ise konu pek umurlarında değildi Öğretmenlerin değişik tutumları, davranışları vardı. Örneğin Hasan Eren hoca, kapalı giyinmiş öğrencilerin notlarını azıcık kırardı, Japone kollu, mini etekli kızlar daha bol not aldıkları kanısındaydılar. Doğan Aksan, aksine kapalı giyim isterdi karşısına gelecek kız öğrenciden. Rahibeler gibi giyinmiş olanlar, Doğan Aksan'dan bol not alıp çıkarlardı. Ancak, bazılarının nasıl giyimden hoşlandığını bilmiyorlardı. Olay, yıllar önce DTCF’de geçiyordu. Bir kız, görevi üstüne aldı, Şükrü Kurgan’ın kapısını vurdu;
Hocam, dedi, çok affedersiniz, arkadaşlar gönderdiler, size bir şey sormaya geldim...
Sor kızım...
Sınavda, karşınıza geldiğimiz zaman nasıl giyinmemizi istersiniz? Bu konuda değişik hocaların değişik görüşleri var da!
Şükrü Kurgan güldü, şöyle karşılık verdi;
Kızım ben bütün öğrencilerimi severim. Nasıl isterlerse öyle giyinip gelsinle. Hiç giyinmeseler de olur!
Hasan Eren şimdi TDK'nın başına geldi. Bir yandan, daha önceden bulunmuş, türetilmiş Öztürkçe sözcükleri sözlüklerden ayıklarken, bir yandan da Kurum'da mini etek modası başlar mı acaba? Türk Dili Dergisi de pek mini olmuş. Hasan Eren birkaç yazı birden yazma zorunda kalmış.
Sözün Türkçesi varken, yabancısını kullanmamaya çalışırım. Beceririm, beceremem o ayrı Ama, bizim kendi dilimiz bu. Bazıları batıyor, şirin görünmüyorsa o dilimizin değil, bizim suçumuz, yüzyıllar boyu unutmuşuz o güzel dili geliştirmeyi, Osmanlıca yazıp söylemişiz. Yabancı sözcükler gözümüzü almış, onlarda bir şey var sanmışız. İşte, öyle yazanlar şimdi okunmuyorlar. Onlara da yazık bizlere de. Abdülhak Hamid Tarhan’ı kim okuyup kim dinliyor şimdi?
Bir “Ankara Notları''nda “ocutmak" sözcüğünü kullanmıştım. Anadoluda halkın çok kullandığı bir sözcük. “Ocutmak", “tedirgin etmek, incitmek, rahatsız etmek" anlamına kullanılır. Yazıda da ressam Mehmet Güler, Ankara'da, ülkede ocutulduğu için, Almanya'lara göçme zorunda kaldı" bir tümce kullanmıştım. Belki düzeltmen arkadaşlarımızın çok titiz olduklarından, belki bir yanlışlıkla sözcük gazetede “ocutuldu" yerine, "okutuldu" diye çıkmış. Bir okur, üşenmemiş bunu sordu mektupla. “Mehmet Güler okutulduysa, neden Almanya 'ya göçme zorunda kalsın, bu tümcenizde bir tutarsızlık var.” diyor. Bunu, açıklamamı istiyor. Okurun isteğini böylece yerine getirmiş oluyorum.
Şükrü Kurgan anlatmıştı, bir gün öğrencilerine, Karacaoğlan’ın şiirlerini düzyazı biçimine getirmelerini söyler. Bir öğrenci, öylesine çevirir ki. Karacaoğlan yerine "Esmeroğlan" diye yazar!
Her yazar dizgi yanlışlarından yakınır, düzeltmeler koyar. Uğraşmak istemem öyle şeylerle. Okurlardan çoğu ise:
Evet, gördük ama, biz anladık! derler.
Anlatacağım Fuzuli taşlamasını, eski harfleri bilenler sökebilir. Fuzuli şöyle taşlıyor yazmanı:
"Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahririn, /ki fesad-ı rakamı surumuzu şur eyler / Gâh bir hart sükutiyle eder nadiri nâr / Gâh bir nokta sukut'iyle gözü kör eyler."
Fuzuli, ileniyor ilk dizede, "O, kötü yazan kâtibin eli kalem olur inşallah" diyor. Osmanlılar eskiden kamış kalemle, Batılıklar ise tüy kalemle yazarlardı. Kalem, keskin bir ustura ile kesilirdi. Sert yere koyup kesince kalem çatlıyor. Fuzuli, o kâtibin bütün parmaklarının kalem gibi kesilip parçalanmasını istiyor ilencinde.
İkinci dizedeki sur “düğün" demek, şur ise “fitne koparılan yer" anlamınadır. Bir yanlışlıkla Fuzuli düğününün fesat alanı haline getirildiğini anlatır. Üçüncü dizede geçen "nadir", “az bulunur" anlamınayken, bir küçük yanlışlıkla "ateş" anlamına gelen “nâr" olabiliyor.
Çarşamba günü çıkan “Sevgiyle Adalet" başlıklı "Ankara Notları”nda "jüri" anlamına kullanılan Türkçe "Yargıcılar Kurulu" yanlışlıkla “Yargıçlar Kurulu" olarak çıkmıştı.
"Yargıcılar Kurulu" olayı üzerinde duracağımı belirtmiştim. Fransa’da, Amerika'da, İtalya'da bu kurulların işleyişleri başka başka. Fransa'da mahkeme başkanı yargıcılar kurulu üyelerine, ortaya koyduğu bu yüz kadar soru bültenini ayrı ayrı sorar. Bunlar, fiile ilişkin, hukuka ilişkin, yaptırıma ilişkin şeylerdir. Her birinde yargıç, üyeye "bütün delilleri iyi değerlendirdin mi? Vicdanına göre karar vereceksin, vicdani kanaatin geldi mi?" diye sorar, Toplanan oyların sanığın aleyhine olabilmesi için, üçte ikiyi bulması gerekir.
Fransa'daki Ermeni teröristlerle ilgili yargılamayı iyi değerlendirebilmek için, öncelikle uzun süren “sorgu" bölümüyle, yargıcılar kurulu üyelerine yöneltilen soruların bilinmesi de gerekli. Bunlar pek yansımadı gibi geliyor...
Bizde mahkemelerde "Yargıcılar Kurulu" yok. Oralarda çok eskiden beri var. Sakıncaları görülmüş, ama kapatılıp ne edilmemiş, kaldırılmamış. Sakıncaları giderilerek sürdürülmüş.
Bizde ne mi oluyor, “Köy Enstitüleri" örneğinde olduğu gibi, kapatılıveriyor. Diyarbakır’dan M. Kuzugüdenli, şöyle diyor:
"Yazdıklarını düşünerek okuyorum. Satır aralarına sıkıştırdığın düşünü pırıltılarını bulup çıkarmaya çalışıyorum. Sık sık eğitim-öğretim çevresine giriyor, sık sık da Köy Enstitüleri olayına giriyorsun. Emekli olmuş bir Köy Enstitülü olduğum için ilgimi çekiyor. O savaşım yıllarını belleğimde yeniden yaşamama yardımcı oluyor zaman zaman yazdıkların, sağol kardeşim.
Sanırım Oktay Akbal anımsatmıştı, yeni Milli Eğitim Bakanına, eğitime emeği geçenlere danışmasını. O da danıştı. Gazetelerden izleyebildiğimize göre, kalabalıklarla uzun süren toplantılar yaptı. Sonuç ne oldu, ya da ne olur, az çok kestirebiliyorum sayın Ekmekçi, nasıl dersen? Dönüp geriye bakıyorum, taa Karlofça, Pasarofça yenilgileriyle, eğitimin toplumsal derneşim işlevinden dikkat çekeliden beri nice toplantılar, nice danışıklar yapmışız. Salt Cumhuriyetin ilk 50 yılı içinde John Dewey’den başlayarak, tam 73 sözde eğitim uzmanı, danışman gelip gitmiş, yüzlerce toplantı, danışma yapmışlar. Sayın bakan, bir de Milli Eğitim Bakanlığı'nın tozlu belgeliklerinin kapılarını aralasın lütfen. Türkiye Cumhuriyet! eğitimi konusunda gökkubbenin altında yazılmamış söz kalmadığını hayretle görecektir. Bir de Emrullah Efendiden beri gelip geçmiş. Z. Gökalp’ler, E. Nejat'lar, Tonguç'lar, Baltacıoğlular var Onların yazdıkları, uyguladıkları var.
Çok laf ettik, hâlâ çene yarıştırıyoruz sayın Ekmekçi. Bunun en çarpıcı belgesinden sayın Fehmi Yavuz öğretmenim, Cumhuriyetteki yazısında söz etti; “Eğilim Milli Komisyonu Raporu" =, "Eğitim Milli Komisyonu Raporunu inceleme Komisyonu Raporu”... adları bile insana ürperti veren bu “raporlar”ın sonunda ne olmuştur biliyor musunuz sayın Ekmekçi? Bizim tu taka ettiğimiz Köy Enstitülerini uzak bir Asya ülkesi olan Tayland'da yeniden keşfetmişizdir…”
"Elime olanak geçse Köy Enstitülerini yeniden açardım" diyenleri de, "Eğitim bundan böyle üretici olacak" diye söylev çekenleri de gördük, işte sonuç ortada. İki yüze yakın yıldan beri, “Eğitim nasıl olmalı?" tartışması yapıyoruz. Sanki bu ülkede bir Atatürk yaşamamış, sanki bu ülkede bir Atatürk Devrimi (Türk Devrimi) olmamış gibi. Sanki bu ülkede bir köy enstitüleri olgusu yaşanmamış gibi...