Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nun aldığı kararın ardından, Avrupa Parlamentosu'ndan on kişilik bir parlamenter grubu, yarından sonra salı günü Türkiye’ye geliyor. Bu on milletvekilinin amacı, Türkiye'de seçimleri izlemek; Ankara'da, gözaltında bulunan Nihat Sargın ile Haydar Kutlu'yu görmek istediklerini de bildirdiler. Brüksel'deki büyükelçimiz, parlamenterlerin isteklerini Ankara’ya ulaştıracağını söyledi kendilerine. Salı günü Ankara'ya gelecek olan Avrupa Parlamentosu üyelerinin adları şöyle:
Luc Bayer De Yrke (Belçikalı), Gerd Lemmer (Başkan yardımcısı, Alman Hıristiyan Demokratı), Ludvig Fllermeier (Başkan yardımcısı, Alman Sosyal Demokratı), Efremidis (Grek Komünist Partisi), Normanton (İngiliz Muhafazakâr Partisi), Voltgang Von Nostitz (Alman Yeşilleri'nden), Mario Rigo (İtalyan), Georgios Romeos (Grek Sosyalist Partisinden), Gerogios Sarıdakis (Grek Muhafazakâr Parti 'den), Jacqueline Thome Papenotre (Fransız). Jacqueline, gelen milletvekilleri arasında tek bayan üye. Gelenler arasında, Avrupa Parlamentosu’nda, Yeşiller’in basın sözcüsü Mehmet Ali Yurttagül de var. Yurttagül, DİSK'in, İstanbul'da yapılan yıldönümü toplantısına da gelmişti...
Avrupalı milletvekillerinin Türkiye gezileri, çok önceden kararlaştırılmıştı Meclis Başkanı Necmettin Karaduman gelenler milletvekili oldukları için, onların ağırlanmalarına yardımcı olmak istedi. On milletvekili, Nihat Sargın'la, Haydar Kutlu'yla görüşebilecekler mi? Bunu henüz bilmiyorum. Onların görüşememeleri, herhalde Türkiye için pek iyi bir not olmayacak. Yöneticiler, kendileri bilir...
Türkiye, dünyada yalnız değildir; Türkiye'de uçan kuş, dünyanın her yanında olduğu gibi, tüm insanları ilgilendirir. Bu dünyamızın artık küçüldüğünü gösterir. Nihat Sargın da, Haydar Kutlu da, Avrupa Parlamentosu'na göre "Yaralı kuş”turlar. Avrupa Parlamentosu’nun 76 aleyhte, 4 çekimser, 123 oyla aldığı karar bunu vurgulamaktaydı. Türkiye, Avrupa'dan böylesine dışlanmaya layık değildi. Bunun tek sorumlusu, ülkeyi yönetenlerdi!..
“İnsan Hakları" konusunda, dışarıda ne yazık ki, Türkiye'nin pek de iyi bir ünü yok. Bunun sorumlusu da Türk halkı değil; yine yöneticiler.
İşkencenin, dayağın "insanlık suçu" olduğunu herkes söylüyor, ama bir türlü önü alınamıyor. Bu şuradan kaynaklanıyor; işkencenin suç olduğunu söyleyenler bile, bir genelge yayımlayıp, ''işkence yapanlar, on ağır biçimde cezalandırılacaklardır" diyemiyorlar. Böyle bir genelge henüz tarih, numarasıyla basında çıkmış değil!
İşkence, evde başlıyor, okulda sürüyor. Emniyette, karakolda son sınırına varıyor.
"Dayak cennetten çıkmadır" sözü, belleklerden çıkmış değil henüz. "Kızını dövmeyen dizini döver", o da bizim sözümüz. Ankara Koleji’nde, geçenlerde bir olay oldu; basına filan yansımadı 18 kasım çarşamba günü lisenin birinci sınıflarından birinde, bir öğrenci arkadaşına uzanıp kalem uzatırken, ortada oturan başına kaldırınca, kalem gözüne değer, o da “Ayyy!" diye çığlık atar. Derslerden fizik dersidir, öğretmen de bayandır Sırada oturan dört çocuktan üçü ayakta Dördüncüsü de sepete kâğıt atmış, yerine oturmaya hazırlanıyor. Gözüne kalem gelen çocuk, "Ayyy" sesini çok çıkarmış olacak ki, bayan öğretmen kızıyor:
Siz dürdünüz çıkın dışarıya! diye bağırıyor.
Sepete kâğıt atan öğrenci:
Elendim, ben bir şey yapmadım, sadece sepete kâğıt attım, diyorsa da bayan öğretmen:
Ben anlamam, çıkın dışarıya, ben bıktım sizden! diye dışarıya çıkarıyor; kat müdür yardımcısı I.M.'ye götürüyor. Bu sırada, müdür yardımcısı İ.M.'nin odasında bir bay, biri bayan iki konuk da var; İ.M. öğrencilere önce, ağır sözler söylüyor, "İtler'', "Eşsoğlu eşşekler!" diyor. "Ben şimdi size gösteririm!" diye ekliyor. Şöyle konuşuyor:
Ben sizi şimdi disiplin kuruluna verirdim ama, şükredin vermiyorum! Size birer OsmanlI tokatı atayım anlayın! Sol elini bir öğrencinin sağ yanağına yapıştırıp, sağ eliyle tüm gücünü kullanarak bir tokat indiriyor. Çocuk olduğu yere yıkılıyor. Ondan sonra, sıra yanındakindedir. Aynı yöntemle, bir de ona yapıştırıp; çocuk savrulup, oradaki elbise dolabının içine giriyor. Üçüncüye bir tane patlatınca o, sırtını duvara dayayıp kalıyor. O sırada, oradaki konuk bayan:
Aman beyefendi yapmayın, siz bağışlayın! dese de boşuna; o oldukça keyifli, şöyle karşılık verip:
Bunlara bu, az bile! Ben gösteririm... diyor. Dayağı yiyen çocuklar soruyorlar:
Efendim bizim suçumuz ne?
Ben anlamam! karşılığını veriyor. Sonra, öğrencilerin birini çağırıp soruyor:
Söyle bakalım, ben haklı mıyım, değil miyim? Elini kaldırıp, üstüne yürüyor çocuğun, sana soruyorum, haklı mıyım?
Haklısınız hocam, çok teşekkür ederim!
Ana-babalar, “Çocuklarımızın başına bir şey gelmesin!” diye seslerini çıkaramazlar. Şimdi söyler misiniz, kişilikleriyle böylesine oynanan bu çocuklar, büyüyünce ne olurlar? İşkenceci mi?
22 Kasım 1987, Cumhuriyet