Yansımalar...

Karadeniz'de “Yeşil Tur" izlencesinde, yaylaları dolaşıp okurlara bilgiler toplarken, okurlardan da mektuplar gelmiş, İstanbul'da Caddebostan'da oturan Cumhuriyet okuru Sabahat Akgün, 25 temmuz günlü mektubunda şöyle diyor:
“Değerli yazarımız,
50yıldır, Kıbrıs'ı sömüren F. Küçüler; R. Denktaşlar için düşündüğüm -özenle kapalı tutulan- gerçeğe neşter vurdunuz, bugünkü “Denktaş Peron Olmamalı” yazınızda.
Temelde, patlattığınız irinli çıban, daha geniş boyutta ve kapsamda bir şirpençedir.
Atatürk, Hatay sorunu ile canı pahasına uğraşırken, Dışişleri Bakanı’na:
Sorun bakalım Kıbrıs Türklerine, hazır Hatay işi çözülürken, Kıbrıs sorununun da ele alınmasını isterler mi?
O tarihlerde, Kıbrıs Rumlan İngilizlere karşı direnirken; Ingilizlere, sterlin karşılığı yandaşlık ve yardakçılık yapan bizimkiler:
Biz halimizden memnunuz, yanıtını vermiş.
Şimdi 'Anayurt' diye sömürdükleri Devrim Türkeli’ne yabancılık, soğukluk duymuşlardır.
Teşekkür eder, saygılar sunarım. ’
25 temmuzda çıkan yazının yansımaları olacağını düşünüyordum. Kuzey Kıbrıs’ta yayımlanan, CTP’nin yayın organı “Yeni Düzen "gazetesi, yazıyı olduğu gibi aktarmış. Ancak, ne Bülent Bey, ne de Rauf Bey cephesinden çıt yok!
Bu hafta başında “İkinci Barış Harekâtı "nın 20. yılı dolayısıyla Kuzey Kıbrıs’ta, kutlamalar, törenler yapıldı. Biz ne diyoruz, efendiler neler çalıyor?
Şimdi, Kıbrıs’ta beklenen şu: Ekim ayında, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki “gümrük birliği" anlaşmasını onaylayacak mı, onaylamayacak mı? Buradan ne çıkarsa çıksın, Kuzey ile Güney arasında görüşmeler başlayabilir. Gümrük birliği anlaşması onaylanırsa hava değişir.
Kuzey Kıbrıs’ta iktidar ortağı sosyal demokrat CTP ileri gelenleri, Başbakan Yardımcısı Özker Özgür başkanlığında, 22 ağustosta Ankara’ya geliyorlar. Erdal Bey’le, Hikmet Bey le, Tansu Hanım la görüşecekler.
Denktaş’ın dediği dediktir. O, hep başka telden çalar. Kafasının ucunda hep “Türkiye ile birleşme" var gibidir. Şu anda, Ankara'nın politikası ile bile uyuşmamakta. Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne girmesini istemeyenler, Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye ile birleşmesini istiyorlar. Diyeceğim, gidiş gidiş değil!
Okurumuz Sabahat Akgün ün Atatürk'ün Kıbrıslılara haber yolladığı yolundaki bilgisini ben ilk kez duydum. Ancak, Rauf Bey'in, Ingiliz yönetimi işbaşındayken, savcı olarak çalıştığını duymuştum!
★★*
Titiz bir Cumhuriyet okuru olan eğitimci, çevreci Ahmet Aşıcı, domuz konusuna değinmiş, şöyle diyor 5 ağustos günlü faks-mektubunda:
“Sevgili Ekmekçi.
Ruhbanizm, dünyayı çölleştirmektedir. Dikkat ettinizse, yolda arabanızın önüne çıkan koyun, sığır, deve, eşek, tavşan gibi otoburlar, yolun kenarına kaçıp kurtulmayı pek akıl edemezler. Buna karşın köpek, kedi, yılan, tilki vb. etoburlar hemen kenara kaçıp genelde kurtulurlar. Yani, etoburlar otoburlardan daha zekidir, usludur (akıllıdır), yırtıcıdırlar. Geçenlerde güzel bir yılan, yoldan gen dönüp kendini yeniden dereye attı.
Bu fark, etobur insan toplumlarıyla, otobur insan toplumlan arasında da vardır.
Nasıl ki, etoburlardan bir kurt, tek başına bir sürü otobur koyunu boğar öldürürse, küçük bir etobur toplum da, koskoca bir otobur toplumu kırıp geçirir, egemenliği altında tutar. İç ve dış demokrasi beslenmeyle ilgilidir, savunma işidir.
Evcil domuz, öteki çift tırnaklılardan 18 kat fazla ve dengeli ve de lezzetli et verdiğinden domuz eti yiyen toplumlar, yemeyen toplumdan zamanla 18 kat daha zeki, uslu (akıllı), hareketli, yırtıcı ve çalışkan olurlar denilebilir.
Türkler domuz eti yemedikleri için aptaldır! diyen Aziz Nesin, acaba, Türklerin aptallaştırılmasını mı önlemek istiyordu? İncelemeye değer.
Ayrıca, Yahudi Peygamberi Hz. İbrahim’in Kız kardeşimdir!' diye sunduğu kansı güzel Sara karşılığında ödül olarak Firavun 'dan aldığı erkek koyunlan satabilmek için 'Kurban Söylencesi'ni çıkararak fakirin sofrasından domuzu kaldırması, toplumun böylece domuz yerine koyun, sığır ve özellikle keçiyi koymak zorunda kalması sonucunda, çok yıllık bitki örtüsü de topraktan kalkmıştır. Çünkü, alt dişleri jilet gibi keskin ve de çok çevik olan keçi hızla üremiş; ovada, dağda, bayırda hiçbir ağaç ve ağaçsı bitkinin yetişmesine olanak tanımamış, hepsini daha fidanken kemirmiştir.
Bu yüzden Yahudi ve İslam ülkelerinin hepsi, fanatikleştiren oranda çölleşmiş, yerleşim yerlerini, köylerini, kasabalarını, kentlerini terke başlamışlardır. Bitkilerin kemirilip kalkmasıyla eğimli, eğimsiz tüm alanlarda yağmur ve rüzgâr erozyonu başlamış, binlerce yılda oluşan toprak, yağmurla akmış, rüzgârla uçmuş, çıplaklaşan, kayalıklaşan bu alanlar 120 kez daha çok sele uğramış (orman toprağı birim zamanda 120 kez daha çok su emer); yeraltı sulan, akarsular 120 kez azalmış; kızgın, çıplak alanlar üzerinden geçen yağmur bulutlan 120 kez daha yukarılara kaçmış, nehir ağızlarında oluşan bataklık deltalar, limanlan yutmuş, üreyen sivrisinekler toplumlan sayrı (hasta) edip çürütmüş, uygarlıklar çöküp kentler terk edilmiştir... ’
Şimdilerde, dışarıdan 60 bin ton et alabilmek için çalınmadık kapı bırakmıyorlar. Hintlilerin yemediği sığırlan almaya kalkıyorlar. Domuz üretin, domuz! Ülkeyi de, insanları da kurtarın. Ama, nerde o us, o anlayış, o yetenek?