Yankılar...

Üç gün önce, cuma öğleyin Ankara'da Cebeci Camii'nde vaaz veren görevli şunları söylüyordu:
"Ojeli tırnaklarla abdest alınamaz. Kadınların tırnaklarına sürdükleri oje ile abdest almaları doğru değildir. Abdest de alınamaz, namaz da kılınamaz. Çünkü oje, bir tabaka teşkil ettiğinden altına su geçirmez, parmaklar kınalı iken ise abdest alınıp, namaz kılınabilir. Çünkü kına tabaka teşkil etmez”...
Din görevlilerinin konuşmasını izleyen, bir eski Bakan itiraz etti, hocanın söylediklerinin yanlış olduğunu söyledi. Asıl olan temizlikti, tabakalaşıp tabakalaşmamaya gelince, kına da bir ölçüde tabakalaşırdı...
1978 yılında, Diyanet İşleri'nin “domuz eti” ile ilgili bir açıklaması, bu konuda görüş bildirmesi basında tartışmalara yol açmıştı. Diyanet İşleri’nin şimdiki Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın başında bulunduğu kurumun adına yapılmış olan bu açıklamalar arasında şunlar da vardı:
Domuz etiyle beslenen insanların da bu hayvandan aynı özellikleri aldıkları, dünkü ve bugünkü bilim adamlarının dikkatinden kaçmamıştır...
Efendim, "Domuz dişisini kıskanmayan tek canlı mahlûktur. Domuzun etini yemek suretiyle, bu hususiyetin kişiye de sirayet etme ihtimali vardır." deniliyormuş, Diyanet görüşünde gerekçe olarak... (Bunları, Prof. Fehmi Yavuz’un yeni çıkan "Domuz ve Beslenme Sorunlarımız" adlı yapıtında gördüm.) Ali Sirmen 20.10.1978'de Cumhuriyette yayımlanan "Domuz eti devlet parası" başlığıyla yazdığı yazıda, Altıkulaç’ın demecini devrimci görüş ve laiklik ilkesi açısından ele alırken, Hasan Pulur, "Sağa yeşil ışık" tutmuş, Prof. Fehmi Yavuz’a göre...
Neyse, bugünlere gelelim. Diyanet'te olup bitenlerle ilgili yayınlar oldukça geniş yankılar yaptı. Konuyu ANAP milletvekili Hakkı Artukaslan, ilk kez ANAP Grubu’na getirdi, orada gündem dışı konuşma yaptı. Basında görmediğim konuşmasında, Bingöl milletvekili Hakkı Artukaslan, şunları söyledi özetle:
—... Arkadaşlar HP'li Bahriye Üçok, MecHs'te birşeyler söyledi, biz onun dediklerinin hepsine katılmıyoruz. Yalnız Tayyar Altıkulaç ve Diyanet Vakfı ile ilgili sözleri doğrudur. Bunları duymayan kalmadı. Yalnız anlayamadığım, bizim Bakan Sayın Kazım Oksay, neden onu savunuyor? Ondan başka Diyanet Reisi gelip geçmedi mi bu memlekette? Ondan başkası, bu hac ve umreyi keşfedemedi mi? Bu millet mecbur mu, Çin usulü, elbiseyi giyip rap rap hacca gitmeye? Hem biz bir kanun çıkarmışız, herkes elini kolunu sallaya sallaya istediği bir dış ülkeye giderken, neden Suudi Arabistan'a hac ibadetini yapmaya, veya bir dış geziye gidemesin? Uygulamamıza ters düşen hac kararnamesini kökünden kaldıralım, millet istediği seyahat acentesiyle haccına gitsin ve seyahat acenteleri de devlete vergisini versin..."
ANAP'lı milletvekilinin konuşması daha uzun, özetle almak istedim.
Okurlardan H.B. mektubunda, "Bir dokun bin ah işit derler ya, şu Diyanet Vakfı'na bir dokundunuz, bin dua alıyorsunuz. Yalnız şu Diyanet Vakfı Allah aşkına Müslümanların yakasını bir bıraksın..." diyor.
Vakıfla, Diyanet Gazetesi'nin yayınlarıyla ilgili olarak, Devlet Yüksek Denetleme Kurulu’nca inceleme yapılıp, rapor veriliyor. Ancak, bu rapor sonucu mahkemeye sevkedilen, Tayyar Altıkulaç ile arkadaşlarının davaları avukatın izlememesi sonucu düşüyor. 26 Nisan 1983'te açılan dava iki duruşma sonunda, 13.9.1983'te işlemden kaldırılıyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü avukatı Gülseren Tüzün'ü aradım. Sordum:
Davayı izlemediğiniz için dava düşmüş, doğru mu?
Evet. Davayı izlememem emredildi, ben de izlemedim.
Kim emir verdi?
Bunu açıklayamam...
O zamanın Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş'ti. Ona sordum:
Sayın Özgüneş, avukatın izlememesi için siz mi emir verdiniz?
Hayır, diye karşılık verdi Özgüneş, ben emir vermedim. Başbakan Sayın Ulusu'nun da böyle bir emir vermediğini biliyorum. Tutumunu biliyorum. Çankaya’dan da böyle bir emir verilmiş olamaz...
Konu gerçekten karanlıkta kalıyor: Bir açıklama yapılsa da aydınlansa kamuoyu. Müfettiş raporlarında adı geçen Ergun Göze’den de çıt yok...
***
Dünya ebediyatına katkısından dolayı, Fransız Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand’ın Yaşar Kemal'e "Legion d'Honneur" nişanı vermesi, bunun da Fransa’da yeni bir Ermeni öç anıtının dikilişine rastlaması, kimi çevrelerde tartışmalara yol açtı. Kimi, Yaşar Kemal'in bu nişanı Mitterrand’ın suratına çarpmasını önerdi. Yaşar Kemal, cuma akşamı uçakla Paris'e gitti. Nişan, Yaşar Kemal’e yarından sonra çarşamba günü verilecek. Yaşar Kemal, "Lehimize olan her şeyi kullanmak zorundayız" diye düşünüyordu. "Liberation"a verdiği bir demeçte, bu haksız ve insafsız öç anıtlarını en sert biçimde kınamıştı. Yaşar Kemal, "Nişanın aleyhimize bir şey olacağını bilsem, hiç alır mıyım? Ben halkımın kültürüne verilen bir nişanı alıyorum. Ben kendi kültürümü herkesten iyi savunurum. Ben politika adamı değilim, azıcık aklı olanın beni tebrik etmesi gerekirdi" diye geçiriyordu içinden...