Yalınayak…

Kars'ın Kağızman ilçesinde bir hancı Hasan Ağa varmış. Yolculardan biri mi bırakmış, ne olmuş, Hasan Ağa'yı bir gün köstekli bir saatle görmüşler. Hasan Ağa'nın saati durmuş mu, bozulmuş mu ne, bir türlü çalışmıyormuş. Ama, Hasan Ağa yine de ikide bir saatine bakar keyiflenirmiş.

Bir gün handan yola çıkmışlar, köye gidiyorlarmış. Epeyce yol almışlar, biri sormuş:

— Yahu, Hasan Ağa şu saate bak bakalım kaç oldu?

Ne yapsın Hasan Ağa? Soruya soruyla karşılık vermiş:

— Sence kaç olmuştur saat?

— Bence, demiş adam, dokuzu çeyrek geçiyor...

Hasan Ağa, köstekli saati çıkarmış, bakmış karşılık vermiş:

— Benim saat de tam dokuzu çeyrek geçiyor. İyi bildin.

Yola koyulmuşlar. Yine, Hasan Ağa'ya soru:

— Hasan Ağa bak şu saate bakalım, acıktık yahu...

— Sen söyle bakalım, kaç olmuştur sence?

— Saat biri geçiyor, herhalde...

— Kaç geçiyor?

— Biri on geçiyor. Hasan Ağa, saate yeniden bakmış, vermiş yanıtı:

— Hayret yahu, iyi bildin. Saat tam biri on geçiyor...

Azıklarını yemişler, bir ağacın gölgesinde. Yine sorulmuş yolda Hasan Ağa'ya...

— Hasan Ağa, saate bak kaç oldu?

— Sence kaç olmuştur?

— Bence saat dördü yirmi geçiyor.. Hasan Ağa, köstekli saati çıkarıp bakmış:

— Saat tam dördü yirmi geçiyor!

Adam dayanamamış, şöyle demiş:

— Yahu Hasan Ağa, senin saat benim kafayla ayni. Ha senin saat, ha benim kafa! Niye taşıyorsun o saati?

Kumda fıkralar anlatıp dolaşıyoruz. Bu dinlenme günlerini de Türk İdareciler Derneği'nin Ayvalık'taki dinlenme kampında geçirdim. Ayaklarımız çıplak. Bir arkadaş, yalınayak yürümenin yararlarını anlatıyor:

— Bir düşün Ekmekçi, ayakların özgürlüğünü. On bir ay işkence gören ayaklar, bir ay özgürlüğüne kavuşuyor. Ayak­ların tabanı sertleşiyor bu sürede...

— Vücudun bütün elektriği toprağa veriliyor, diyor biri.

— Ben çocukluğumda karda yalınayak çok yürürdüm, diyor bir arkadaş...

Çocukluğum yoksullukta geçmedi. Babam çok kızardı yalınayak görünce...

Annem, ayakkabı giymeyi sevmezdi. Bir çift ayakkabıyı yaşam boyu giymiş olmalıydı.

Yalınayak sözcüğü, deyim olarak başka anlamda da kullanılıyordu halk dilinde. İkide bir her şeyi eleştirenlere «yalınayak» derler.

— Yalınayaklık yapma! demek, «sesini çıkarma» mı demektir? Bir de:

— Yalınayak bağ duvarlarında ne işin var? Derler. Bununla, titiz davranmamayı, dikkatsizliği vurgulamak, eleştirmek is­terler. Yalınayak bağ duvarında dolaşanın üzüm yemek istediği yadsınabilir mi? Bağ duvarlarında dikenli çöğürler vardır.

«Yalınayak, başıkabak» demek, alabildiğine yoksul de­mektir. Kız verirken düşünmek gerekir!

Dinlenirken, radyodan, gazetelerden izledim haberleri. «Özel dershaneler» konusunda, bazı gazetelerde çıkan haberler, yazılar kamuoyu oluşturma amacına yönelikti besbelli, düşünce açısından, dünyada bir araya gelemeyecek olanlar, çıkarları sözkonusu olunca bir araya toplaşıvermişlerdi. Buna ilişkin düşsel (hayali) haberler de oluşturuyorlardı...

Kızgın güneşin altında, yalınayak deniz kıyısında yürürken soruyordum:

— Nejat Bey, saat kaç?

— Sence kaç var?

Sıcakta saatler gibi, kafalar da mı bozuluveriyor ne?

Olsun. Yalınayak, özgürce dolaşmak güzel.

Ayvalık'tan Burhaniye'ye, Teoman Erel'le, Ayvalık CHP İlçe başkanı Çeymur getirdiler arabalarıyla, Villa Lale'de konakladık. Orada Sunar'da Ruhi Su'yu, Talip Apaydın'ı, Tahsin Saraç'ı, Tahsin Saraç'ın konuğu Necati Zekeriya'yı, Salah Birsel'i, Azım Bezirci'yi, Hüsamettin Bozok'u, İlhami Soysal'ın kızı Alev'i gördüm. Prof. Bahri Savcı, Sami Küçük, Kamil Karavelioğlu daha gelmemişlerdi.