Vettini Vezzeytuni...

Atatürk, 22.9.1924'te Samsun öğretmenleriyle konuşurken, ulusal eğitim anlayışını da açıklar, bir yerde şöyle der:
“...Eğitim sözüne herkes kendine göre, kendi amacına uygun bir anlam verebilir. Söz derinleşince eğitimin erekleri, amaçları değişir. Dinsel eğitim, ulusal eğitim, uluslararası eğitim vardır. Bütün bu eğitimlerin erekleri, amaçları da başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kuşaklara vereceği eğitimin, ulusal eğitim olduğunu bütün kesinliğiyle belirttikten sonra ötekiler üzerinde durmayacağım bile. Yalnız ulusal eğitimle ne demek istediğimi bir örnekle açıklamış olacağım:
Yeryüzünde 300 milyondan çok İslam vardır. Bunlar, ana, baba, öğretmen eğitimiyle yetişmekte, ahlaklı olmanın yolunu öğrenmektedir. Ama açınılacak gerçek şudur ki, bütün bu milyonlarca insan yığınları şunun ya da bunun tutsaklık zincirleri altındadır. Aldıkları eğitim, edinmekte oldukları ahlak, onlara bu tutsaklık zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini verememiştir, veremiyor. Çünkü bu yığınlar ayrıca bir ulusal eğitimden geçmemiştir!
Ulusal eğitimin ne demek olduğunu kavramakta artık hiçbir karanlık yön kalmamalıdır. Bir kere ulusal eğitim ilke olarak alındıktan sonra, onun dilini, yönetimini, araçlarını da ulusal hale sokmanın gerekliliği tartışılamaz olur. Ulusal eğitimle geliştirilen, olgunlaştırılan bu kafaları bir yandan da, paslandırıcı, uyuşturucu, gereksiz, saçma sapan inanışlar ve düşünüşlerle doldurmaktan da özenle sakınmak gerekir.
Demin konuşan bir hoca efendi düşüncesini açıklamak için, 'Vettini Vezzeytuni' ayetini kendince yorumladı. İncir ve zeytin çekirdeğinden ‘düstur' çıkardı. İncirin çekirdeğindeki çokluğu, zeytinin çekirdeğindeki tekliği belirterecek oldu. Ayetin anlamı bu mudur, değil midir, bir şey diyemeyeceğim. Yalnız bu yolculuğum sırasında bu ayetin kavramını bir başka hocaya soracak oldum da yarım saatlik bir inceleme yaparak karşılık verebileceğini söyledi, ömrünü medreselerde din bilgisi okumak ve okutmakla geçiren bir adam bile bir kitabın bir satırını Türkçe anlatabilmek için böyle güç durumda kalırsa, işin derinine varamayan halk ne yapsın, ne desin? Bunun içindir ki, genç kuşağın ışık almaya ve içine sindirmeye elverişli kafasını yormadan, gerçeğin izleriyle besleyip süslemek en doğru yol olacaktır..." (Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri, S. 144-145, TDK. Yayını)".
Atatürk'ün bu gerçekçi sözlerini aktarırken, "Ankara Notlan"nı bugünlük ona yazdırmayı düşünmüş değilim. Altmış yıl sonra, durum ne oldu, bir karşılaştırma yapılabilsin diye alıntılar yaptım. Cumartesi günkü "Ankara Notları"nda, Milli Eğitim Bakanlığı'nda "Başöğretmen Atatürk" salonunda, Diyanet işleri Temsilcisi'nin neler ileri sürdüğünü aktarmış, "Cin Var mı, Yok mu?" başlıklı yazıda, soruşturma dosyalarından bazı belgeler aktarmıştım Bu soruşturmaların sonucu ne oldu? Tam bir yıl önce, Türkiye Diyanet Vakfı'nın başkan ve üyeleri, “Tayyar Altıkulaç ve arkadaşları, Kemal Güran, Ahmet Uzunoğlu, Rıza Selim Başoğlu, Dr. Sabahattin Tonguç, İsmail Selim Başoğlu, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Sami Uslu, Fikri Gültekin, Lütfi Şentürk", Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'ne verilerek, Diyanet Vakfı'nın mütevelli heyet başkanlığından ve üyeliğinden azledilmeleri istendi. Soruşturma raporları da bu yöndeydi. Mahkemeye başvuru tarihi, tam bir yıl önceye rastlıyor. 26 Nisan 1983. Davayı, Vakıflar Genel Müdürlüğü adına, Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü açtı. Bu kurum adına avukat Gülseren Tüzün, vakıfların avukatı. Davaya Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bakıyordu. Yargıcı, Mustafa Yakupoğlu. Davalılar avukatı, önce süre istedi, iddiaları karşılayan dilekçesini verdi. Bu arada bir şey oldu, davacının yani Vakıflar'ın avukatı Gülseren Tüzün, duruşmaya gelmemeye başladı. Kim "gitme" demişti, niçin gelmemişti, bunu bilmiyorum henüz.
Yargıç Mustafa Yakupoğlu, 13.9.1983 günü duruşmadan sonra, şu kararı yazdırdı:
“Belli gün ve yerde oturum açıldı, çağrıldı. Davacı vekili gelmedi, davalı vekili Av. Ahmet İyimaya geldi, açık yargılamaya devam olundu. Davalı vekili, biz takip etmiyoruz, dedi. Davacı vekilinin takip etmeyeceğine dair dilekçe verdiği görüldü.
Gereği düşünüldü: İşbu davanın usulün değişik 409 maddesi uyarınca işlemden kaldırılmasına karar verildi. 13.9.1983 hâkim: 15066"
Bu kadar. Mahkemeye de yansıdığı için, gizliliği ortadan kalkan müfettiş raporunun 315. sayfasında şöyle bir bölüm de var: “Türkiye Diyanet Vakfı'nca yazar Ergun Göze'ye hazırlattırılması kararlaştırılan Büyük İslam Ansiklopedisi için, adı geçene 16 milyon lira verildiği halde, bugüne kadar bu teşebbüsten bir sonuç alınamadığı yolundaki iddianın incelenmesinde, bu girişimde her ne kadar yasaya aykırı bir cihet bulunmamakla beraber, 1982 yılı sonuna kadar toplam 21.346.612.TL harcandığı halde, henüz somut bir sonuç alınamamış olması vakası karşısında, işe ciddi bir araştırma yaptırılmadan karar verildiği kanaati hasıl olduğundan, buna dair mütevelli heyet kararına iştirak eden başkan ve üyeler Tayyar Altıkulaç, İ. Hakkı Yılanlıoğlu, Sami Uslu ve Fikri Gültekin'in, Vakıf senedinin 10/a maddesiyle Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan Vakıflar hakkındaki tüzüğün 23. maddesinin 1. fıkrasında geçen basiretli bir idareci gibi davranmadıkları hükmüne dayanılarak asliye hukuk mahkemesince azilleri için keyfiyetin Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmesi gerektiği..."
Müfettiş raporunun tümünü yazsam, "Ankara Notları"na ayrılan yer yetmez. Neler oluyormuş da, kimsenin haberi yok. Öğrendiğime göre, mütevelli heyet, kendiliğinden çekilmiş de, konu kapanmış. Olmaz öyle şey. Kamu görevi görenler, yolsuzluk varsa yolsuzluğun, usulsüzlük varsa usulsüzlüğün, laikliğe aykırı tutum ve davranışlar varsa bu davranışların hesabını verme durumundadırlar. Ergun Göze'ye hazırlatılmak istenen "Büyük İslam Ansiklopedisi"nin, onca para harcanmasına karşın, tek fasikülü çıkmış.