Vay Öğretmenin Başına Gelenlere...

Bu, ‘‘Ankara Notları"nı yazmak için, sabah erken otobüsle Kızılay'a geliyordum Çankaya'dan. Şoförün arkasına düşen camda bir ilan:
"Yeni dönemde İslam mecmuası okuyun."
Gece kafamda çatmıştım yazıyı, milli eğitime, rehber öğretmenlerin başına gelenlere değinecektim. Milli eğitim ile molla eğitimi bir çağrışım yaptı geçti, nedense...
Kurban Bayramı’nın arifesiydi, 5 Eylül 1984 Çarşamba günü çıkan “Ankara Notları”nın başlığı "Yüksel ki, yerin bu yer değildir.." biçimindeydi. Ağustos sonlarında, Ankara'da Namık Kemal Ortaokulu'nda yapılan bir toplantıyı anlatıyordum orada. Toplantıyı, "Ankara Rehberlik ve Araştırma Merkezi" düzenlemişti. Başkentteki okullarda çalışan uzmanlarla, uzman yardımcılarına "okullarda rehberlik" konusunda bilgiler verilecekti. O yazının bir bölümünü aktarayım:
"...Toplantının ilginç konuşmalarından birini, “Özel Eğitim ve Rehberlik Dairesi" Başkanı Cemal Şeker yaptı. Şeker, toplantılara niye geldiğini şöyle açıkladı:
Üç gündür sempozyumun her oturumuna katıldım. Neden katıldım? Konuşmalar dinlemeye pek mi hevesliyim? Hayır. Acaba içinizden biri, siyasi bir konuşma yapacak mı diye merak ettim. Böyle bir şey yapmadığınız için teşekkür ederim...
.... Toplantıları titizlikle izlediğini söyleyen Cemal Şeker, dil konusunda pek şeker gibi konuşmadı. Konuşmacıları şöyle iğneledi:
Sizler de aynen, bu sempozyumda konuşan doçentler gibi konuşuyorsunuz. Doçentlerin kullandıkları kelimeler beni rahatsız etmedi, ama sizinkiler rahatsız etti. Dili rozet haline getirmeyin... "
Aşağı yukarı bunlardı yazdıklarım. Bu, "Ankara Notları"nda çıkınca, Milli Eğitim Bakanlığı'nda kızılca kıyamet koptu:
Ekmekçi, kimden duydu da yazdı bunları? diyorlardı...
Bilmiyoruz, diyorlardı, toplantıya katılanlar, "Toplantı basına açıktı. Ekmekçi de gelip dinlemiş olabilir...''
Ekmekçi orada mıydı? Gören var mı?
Biz tanımıyoruz ki. Hiç görmedik...
Ekmekçi'yi tanıyan arandı. "Nasıl bir adam, tarif et": deniyordu...
Haberi kim götürdüyse çıksın, yoksa hepiniz yanar.
Aaa, nasıl olur? Bizim suçumuz ne? diyordu kimi öğretmen de.
Kimse, erkekse çıksın söylesin, öbürleri yanmasın!
Hani, bir Papa vardı, "Siz tümünü öldürün, Allah iyileri ayırır!" sözüyle tarihe geçti. O hesap mıydı?
Toplantıya katılan rehber öğretmenlerin tedirgin edildiklerini duyuyordum. Olaylar, kulağıma geliyordu. Bu sırada, öğretmenlerin beşer, onar yerleri değiştirilmeye de başlandı. Kimi telefon ediyordu:
Sizin yazınızdan sonra, okulumdan alınıp, başka yere verildim!
Telefonlar çoğalmaya başladı. Bir kamu görevi, bir gazetecilik görevi yapmıştım; yazı gazetede çıktı diye, birçok öğretmen yerinden ediliyordu bu kış kıyamette. İçimden, "Bakan Dinçerler, Bahçelievler'e taşındı, ama eşi de Bahçelievler’de bir okulda çalışıyor! Bunu, başka öğretmenlere nasıl reva görüyor?" diye geçiriyordum...
Bir gün Bakanı aradım, sorunu anlatacaktım. Yoktu. Ancak, incelik gösterdi akşam evden aradı. İki sorum vardı, biri bu "rehber öğretmen kıyımı" öbürü de yurtlarda yer bulamamış öğrencilerin durumuydu...
Sayın Bakan, bir yazımdan dolayı, seksene yakın rehber öğretmenin yerleri değiştiriliyor. Haksızlık bu...
Hiç haberim yok, dedi Vehbi Dinçerler, araştıracağım, böyle bir şey varsa durduracağım! Yalnız, biz rehber öğretmenler için bir plan yapmıştık, onlardan okullarda başka türlü de yararlanmak istiyorduk. Bakacağım, inceleyeceğim... Yurtlar konusunda da size bilgi verilecek...
Yurtlar konusunda, Bakanın dediği bilgi verilmedi. Rehber öğretmenlerin kıyımı durmuyordu.
Aradan birkaç gün geçti, Vehbi Dinçerler'i yeniden aradım.
Sayın Bakan, oradan oraya sürgünler sürüyor. Bana yakınmalar geliyor!
Siz bana gönderin, dedi Dinçerler, dilekçe versinler, eski yerlerine geri veririz...
Ihh, dilekçe verenler de bir sonuç alamıyorlardı. Öğretmenler, Bakanlığın kapısına birikmişlerdi. İçeriden biri:
Kapıdan başınızı uzatmayın! diye bağırdı. Dilekçenizi bırakın gidin!
Kimi de, dilekçesini Bakanlığa ulaştıramıyordu. Ya yeni atandığı yerde. "Siz atandınız bir kez, ne dilekçesi?" sözüyle karşılaşıyor, ya da, "Milli Eğitim Müdürüne gönderirim" yanıtını alıyordu.
Bu olay nedeniyle, beni uzun uzun düşündüren bir şey oldu; Bakanlık yetkililerinin vurdumduymazlıklarına karşın, sürülen, kıyılan öğretmenlerden hiçbiri, "keşke yazmasaydın" demedi. Basın özgürlüğüne deneyimlerle inanmışlardı. Bakanlıkta bir görevli de arkadaşlarına şöyle dedi:
Ekmekçi, madem bu işe el attı, sonunu da getirmeli. Bakanlıkta neler olup bittiğini, bir bir yazmalı!