Vay, Gafiller Vay...

Hasan Çelebi, "Cücelerin İşleri" adlı taşlamasında şöyle yazmış:
"Evvel zaman içinde şişman bir kral varmış, / Şişman ama ne şişman, eni boyu kadarmış / Kral bu, yardakçısı çokmuş, dalkavuğu çok. / Buyruğu yasa, keyfi kural, gam yok tasa yok. / Gemisini kurtaran kaptanların kaptanı / Sunmuş o kaptanların güdümüne vatanı. / Resmileşmiş rüşvetle vurgun onun gününde / Kalmamış engel çengel yolsuzluğun önünde. / Namus, o soyu sopu tükenmiş bir yaratık. / Onur, miadı dolmuş asker postalı, atık. / Tek parola, tek ülkü: "Dangalaklığı bırak, / minareye kılıf dik, köşeyi dönmeye bak." / Bu cüce düşünce, bu cüce dünya görüşü / Cüce Lili putların olmuş en büyük düşü.
Kişinin başına hep devlet kuşu mu konar, / Bazen de gelir, kocca bir devekuşu konar. / Kral pis bir illete tutulur birden- bire / Saltanat sarhoşluğu başlar vermeye fire. / Yüzünüze gülsuyu gaz çıkaramıyormuş / "Ah, bi yellenebilsem kurtulurum” diyormuş.
Bir adam, "Ben kralı iyileştiririm" der / Yalnız ücret olarak doğduğu ili ister. / İki eli karnının üstünde der ki kral; "Beni bundan kurtar da ne dilersen onu al ”
Adamın çantasından çıkarıp verdiği hap / Midesine indikten az sora, haşmetmeap / Öyle bi koyvermiş ki, kedileri dama kaçmış / Nöbetçiler korkudan havaya ateş açmış / Çevre halkı uğramış tevatür bir paniğe / "Yâ yıldırım düştü, ya bomba patladı!" diye. / Kralsa, derin bir "oohhh”... çektikten sonra, bir il / “bu büyük hizmet için azdır" demiş "çok değil."
Çok geçmeden kralın karnı şişince yine/ Bir il daha geçmiş o yabancının eline / Ve giderek, giden il sayısı beşi bulmuş. / "Her şey halkımız için" denip halk uyutulmuş. / il il satılırken bir osuruk hapına halk / "Ey millet uyan artık, uyan ve ayağa kalk!" / Diye, bağıran yokmuş ne bi örgüt ne kişi / Bundan ötürü kral kolay götürmüş işi. / En sonu anlaşılmış ki, gidişin sonu yok, / Sarayda o konudan başka ciddi konu yok. / Bilginlerle yazarlar bir gün bir kurul kurup / Ve ertesi gün toplu halde huzura varıp, / "Majesteleri, derler, bitmiyor mu derdiniz? / ülkenin yarısını osuruğa verdiniz.” / Kral Söylenenleri sırıtarak dinlemiş. / Sonra, iki elini iki yana açarak, / "Ben mı verdim, osurta osurta aldı!" demiş..."
* * *
"Kutsal Çöldeki Cinayet" başlıklı beş yazı yazdım da. "Neler yazıyor bu Ekmekçi?" diyen çıkmadı. Okurlardan yankıları geldi, olumlu olumsuz; ben gazeteleri söylüyorum. Mangalda kül bırakmayan "gerici" basında da çıt yok. "Kutsal topraklar" edebiyatının ya da "Takdir-i ilahinin arkasına sığınıp, “acımız büyük” deyip geçiyorlar, uyutuyorlar kamuyu. "Laiklik" konusunda, Bir Hinthorozu Erdal Bey, Mecliste ağırlığını koydu. Suudi Arabistan’ın ya da ona bağlı "Rabıta" örgütünün, TC'nin valilerini, emniyet müdürlerini hacca çağırmasının sakıncalarına değindi. Bu uygulamalar, devlet yaşamımızda laiklik ilkesini yok etmeye yönelik ağır bir girişim niteliğindeydi. İnönü, "Hacca gidip dönen bürokratların daha sonraki görevleri sırasında laiklik ilkesine özen göstermedikleri, din devleti özlemi taşıyan davranışlar sergiledikleri izlenmektedir. Basınımız bu konudaki ilginç örnekleri sık sık kamuoyuna duyurmaktadır. Bunu endişe verici bir gelişme olarak ifade ediyorum. Bilinmelidir ki laiklik konusunda ödün vermeye, teokratik düzeni özendirmeye hiçbir devlet görelisinin hakkı yoktur" diyor. SHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar geliyordu…
ANAP’lılar da "Acımız büyüktür" diyorlardı ya. Meclis kulislerine, içeride olanlara bakılınca, bu sözün pek de doğru olmadığı anlaşılıyordu Acıları gerçekten büyük olsa. "Genel görüşme" önergesini niye reddetsinlerdi ki?
Mecliste konuşmalar, bir kördövüşü, polemik yarışıyla geçti. Süleyman Bey konuşuyordu; Suudi Arabistan Büyükelçisi’nin Özal'ı ziyaret ettiğini, "Kendisine verilen izahattan Sayın Özal’ın tatmin olduğunu -tabir aynen öyledir- gazetelerde gördük. Sayın Suudi Arabistan Kralı Sayın Özal’ın bu olayda -hacıların ölümü olayında- kendisine verilen izahatın kendisini tatmin etmiş olmasından dolayı memnuniyetini ifade ediyor" diyordu. Süleyman Bey şöyle sürdürüyordu konuşmasını:
Yapamazsınız beyler; ondan sonra da siz hak arayacaksınız. Şunu yapamazsınız, eğer Türkiye’nin Cumhurbaşkanı bu olayın kendilerine izah edildiği gibi kaza ve kader olduğundan mutmain olmuşsa, tatmin olmuşsa, ondan sonra sizin yapacağınız bir şey kalmamıştır. (ANAP sıralarından gürültüler geliyordu, Süleyman Bey sürdürüyordu konuşmasını). Gazete söylüyorum, ‘gazeteler’ diyorum. Gazeteler burada. Bunlar aslında. . (ANAP'lı Altan Kavak, oturduğu yerden "Cumhuriyet mi?" diye soruyordu. Süleyman Bey. "Hayır; Daily News" yanıtını verince. DYP sıralarından alkışlar duyuluyordu). Neyi söylemeye çalışıyorum; bakınız, olayı toparlıyorum, şuraya geliyorum; aynı gazeteler -yine gazeteler- Sayın Özal'ın "Eh, yüz bin kişi gitseydi daha çok ölürdü" dediğini de yazıyor.. (Tekirdağ SHP Milletvekili Güneş Gürseler, oturduğu yerden "Hesap adamı olduğu belli oluyor” diyordu...)
Başbakan Yıldırım Bey, iyi gününde değil miydi? Ona göre, hükümeti ilgisizlikle eleştirenler, "plajlar"dan demeçler veriyorlardı. SHP sıralarından protestolar yükseliyor, "Cumhurbaşkanı veriyor, Cumhurbaşkanı veriyor" sesleri geliyordu. Ali Şahin (Kahramanmaraş), "Cumhurbaşkanı plajdan söylüyor" diye bağırıyordu. Yıldırım Akbulut, konuşmasını bitirdi; (Biraz bozuk ama, olsun!) şöyle dedi:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bu olay nedeniyle acımız büyüktür. Acımızın istismar edilmesine elbette müsaade etmeyiz; ama vatandaşlarımızın hak ve hukukunu en iyi şekilde arar ve aramada ısrarlı olduğumuzu yüce Meclise beyan eder, tekrar ben vefat eden hacılarımıza Allah’tan rahmet diler, yakınlarına başsağlığı diler, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım. (ANAP sıralarından "bravo" sesleri, ayakta alkışlar) Diyanet İşleri Başkanı Yazıcığlu, Hürriyet’e demecinde "Facia, Takdir-i İlâhi ile geçiştirilemez" diyordu. Alın bakalım!
DYP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan, genel görüşme önergesinde, ilk imzası olduğu için son sözü o aldı. Sözünün başında şöyle dedi:
Sayın Başbakan sürekli olarak hükümeti bu olay nedeniyle eleştirenlerin, eleştirilerin sürekli plajlardan, tatil köylerinden yapıldığı karşılığını verdi.
Mustafa Kızıtoğlu (Antalya) -Yalan mı?
Başkan -Müdahale etmeyelim efendim.
Köksal Toptan (devamla) - Bizim açımızdan kesinlikle yalan. (DYP sıralarından alkışlar). Ne Sayın Genel Başkanımız, ne ben ve ne arkadaşlarımla, tatil yapma imkânını henüz bulmuş değiliz.
Adil Küçük (Konya) - Yarası olan gocunur Sayın Başkan.
Köksal Toptan (devamla) - Ama. Türkiye'de denizlerden, deniz kenarlarından, tatil köylerinden, devlet adamlarının beyanat verme, ülkeyi yönetme geleneğinin adresini Sayın Başbakan şaşırmış olmalı (DYP sıralarından alkışlar) O beyanatlar, sürekli olarak, teknelerden, denizlerden, sahil kentlerinden verilmiş ve Türkiye buna alıştırılmaya çalışılmıştır. Şimdi...
Mustafa Kızıloğlu (Afyon) - Vay gafiller vay.
Köksal Toptan (devamla) - Şimdi bunu alıp bir genelleme yapmak suretiyle bu önemli olayı Meclise getiren önerge sahiplerine eleştiri yapıyorum diye yakıştırmaya çalışmanın anlamsızlığına işaret etmek istiyorum . ’’
Toplantıdan sonra, kuliste Hinthorozu Erdal Bey’i gördüm. Şöyle dedi:
Ne yüzsüzlük ‘Plajlardan kimin demeçler verdiğini herkes biliyor’
Hinthorozu'nu hiç böyle karamsar görmemiş miydim?
Yine de rahat, dalgasını geçen bir hali mi vardı? Siyaset, Türkiye'de gerçekten güç müydü?