Uyan artık!

Osman Şahin yarın sabah Yalova cezaevinden çıkıyor; özgürlüğüne, çoluk çocuğuna kavuşuyor. Cezaevinden çıkmak, özgürlüğüne kavuşmak nasıl şeydir; yaşamayan anlatabilir mi bunu?
Bir yaşına daha basan insanın duygularını sezeriz belki, anlatamayız. Ya yeniden doğuşu?
Geçenlerde, Rıza Çan'la bir yerde oturup, Osman Şahin'in kulağını çınlattık. Rıza Çan’ın “öğretmenin yeri, özgürlüğü, sorumluluğu" adında minik bir kitabı var; ileride duracağım o yapıtın üzerinde...
Refik Erduran’ın, bir süre Amerika’da oturup çalışacağını biliyordum. Ankara’ya geldiğinde kendisi söylemişti. Refik'in kafasında hep yeni oyunlar yazma düşüncesi yatar. Bir yapıtı da, Amerika'da filme mi ne alınacakmış galiba, ona da tasalanıyordu. "Ah bir gitsem!" der gibiydi. Perşembe günkü "Güneş”te okudum, Amerika'ya varmış bile, yazısı "dünya çapında bir özgürlük kalesinin içindeyim. Adı Washington Post" diye başlıyordu. Refik Erduran, "Editörler ve yazarlarla konuşuyorum. Hep Türkiye 'de insan haklarının durumunu soruyorlar." diyor. Washington Post’ta sütun yazarlarından Colman Mc Carthy, ona bir süre önce yayımlanmış iki yazısını göstermiş. Yazar, birincisinde Ermeni tehdişçilerin iddialarını çürüterek, şöyle diyormuş;
Soykırım yok, savaş vardı. Ermenilerden 600.000 kişi öldüyse müslümanlardan da 2.200.000 kişi öldü. Sanki Türkiye bu soykırımı örtbas etmekteymiş gibi yanlış bir izlenim yaratılmış bulunuyor. Soykırım yoktu ki örtbas edilsin.” Refik Erduran şöyle diyor daha sonra:
Ama aynı meslektaş daha sonraki bir yazısında yurdumuzda insan haklarının çiğnendiğini, basının dizginlendiğini, filmlerin yasaklandığım ileri sürmüş. Birincisi yayınlanınca Türk yandaşı, ikincisinden sonra Türk düşmanı diye eleştirilere hedef olmuş.
İkisi de değilim. Doğruyu arıyorum, diyor...
Refik Erduran'ı yıllardır tanırım. O İstanbul'daydı, aynı gazetede o yazar, ben muhabir çalışırdık. Bir gün:
Türkiye'de güvendiğim on kişi varsa, biri sensin! demişti, öyle sevinmiştim ki...
Amerika'ya, uzaklara gittiğine göre, onu artık daha az görebileceğim...
Amerika’lı yazarın dedikleri doğrudur; gazeteci-yazar, gerçeği aramalıdır öncelikle. Bir de olaya, konuya yansız yaklaşabilmelidir. Fransız mahkemesine "utanmaz hâkim" diye saldırıldığı zaman, "Ankara Notları"nda karşı çıktım. Belki tek kaldım, ama çok kimse işin bir de başka yanı olduğunu düşündü. Mehmet Ali Birand, Ankara'da konuşmalar yaparken, aynı konuya değindi...
Adalet dediğiniz şey, bir kültür işidir de. Yargıya varan yargıcın yaşamı boyu biriktirdiği kültürün bir yansımasıdır. Fransız okullarında, Ermeniler konusu nasıl anlatılıyor. Kim inceledi? O yargıcın, kırk yıldır bakkalının Ermeni olup olmadığını kim biliyor? Kimse:
Orası beni ilgilendirmez kardeşim! diye hava basamaz...
Yeni öğrendim, Unesco'nun Türk kanadının önerisi üzerine, Avrupa ülkelerinde çocuklara okutulan ders kitaplarının ele alınıp incelenmesi kararlaştırılmış. Şimdiye değin, Milli Eğitim Bakanları neredeydi?
Yeni bir olay, daha pek kimse duymamıştır. 17 şubat 1984 günlü International Herald Tribune gazetesinde çıktı. "Yunanistan öğretmeni görevinden çıkarıyor" başlıklı, Atina kaynaklı haber şu: "Yunan Hükümeti Atina'daki bir İngiliz Amerikan okulunun Amerikalı öğretmenini, öğrencilere-kendi ifadesine göre, Türkiye lehine bir yazı konusu verdiği için, görevinden uzaklaştırmıştır. Haberi perşembe günü (16 şubat) okulun müdürü vermiştir. Tasis Helleniç okulunun müdürü olan John Kidner. 39 yaşındaki New York'lu, Yunan asıllı Amerikalı Mr. Dion Nittis'in atılması için pazartesi günü Eğitim Bakanlığından aldığı bir telgrafa boyun eğdiğini söylemiştir. Mr. Kidner, okulun kararı protesto ettiğini ve yeniden gözden geçirilmesini istediğini, ancak reddedildiğini belirtmiştir..."
Buyurun bakalım, Atina'da bir İngiliz-Amerikan okulunda bir Amerikalı öğretmen, öğrenciye Türkiye ile dostluk konusunda diyelim, bir kompozisyon yazdırmak isterse, böyle cezalandırılıyor. Tüm yazılarımda Türk-Yunan dostluğunu savunurum, buna tüm yazarların katkıda bulunmalarını ister dururum. Ama, biri daha beşikte düşmanlıkla büyütülmüşse, bu dostluğu nasıl pekiştirebiliriz?
Bu, "Ankara Notları"nda böyle dış konulara değil de, iç konulara değinecektim, şöyle "Satış Yasası’’ Çankaya'dan çıktı ya, nasıl çıktı?
Aman efendim, bu yasayı onaylamazsanız, veto ederseniz muhalefetin ekmeğine yağ sürersiniz mi dendi?
Çok kimse Turgut Bey'in "takvim", yani zamanlama konusunda hayli usta olduğu kanısındaydı. Gerek "Satış Yasası", gerekse "Gecekondulara Tapu Yasası", 25 Mart'tan sonra gelse, Çankaya'dan döner miydi?
Şimdi "Naylon" partileri de göreceğiz gibime geliyor. Seçim sonuçlarının değerlendirmelerine gelince, buna da hazırlıklı olmalı; örneğin belediye başkanlıkları seçimi, Türkiye ölçüsünde bir yargıya varmak için yeterli olmayacak. Türkiye çapında, yargıya götürecek seçim, il genel meclisi seçimleri olacak. Çünkü, köylerde de il genel meclisi seçimleri için oy kullanılacak. Bu seçimlere ise, partilerin önem verdikleri pek söylenemez! Partiler, bu seçimlerde belediyelere, daha çok büyük kent belediyelerine önem verdiler. Seçimleri -olursa- yeniletecek bilgiyi ise, belediye seçimleri sonucu değil, il genel meclisi seçimleri sonucu getirecekti.
25 mart seçim sonuçları ise, halkın uyanıklığını gösterecek.