Ürkütmeden Sayılmaz...

"Ankara Notları”nın iskeletini kurarken, bir güncel daya değinip geçmek istedim, o da şu: Görevinden istifa etmemede direnen Maliye Bakanı Vural Arıkan, Anayasa'nın 109'uncu maddesi işletilerek, görevinden alındı. 109’uncu madde, başbakanın önerisi ile bir bakanın cumhurbaşkanınca görevinden alınabileceğini öngörüyor. Anayasanın hükmüne göre, cumhurbaşkanı burada, çok güç durumda kalıyor. Ola ki, cumhurbaşkanı, böyle bir olayda, bu mekanizmanın işlemesini istemeyebilir de, hal böyleyken, böyle bir mekanizmanın son dişlisi durumunda bırakılabiliyor. Usuma geliyor, Başbakan Özal, bu olayı kendi ya da grubunun ağırlığı ile çözemez miydi acaba? Özal, neden bunu denemeyip de, işin kolayına gitti? Kamuoyunda, bu olayla, başbakanla cumhurbaşkanının aynı görüşte oldukları izlenimi yaratılabilir. Parti içi bir sorun, gruplarda, hükümet içi bir sorun hükümette çözülebilmelidir. Cumhurbaşkanını parti içi sorunlara çekmek sakıncalı değil midir? Demokrasiyi yeniden işlerliğe kavuşturmaya uğraşırken, gelenekleri de, gelecekte sakınca doğurmayacak örneklerle kurmak zorunda olduğumuzu düşünmüyor mu Turgut Bey?
* * *
Selim Turan, resimden anlamak için onu sevmek gerektiğini söylüyordu. Kendisi akademili olmasına, Fransa'da bir özel akademide ders vermesine karşın, iyi ressam olmak için ille de, akademili olmak gerekmediğini vurguluyordu. (Uygulamalı Güzel Sanatlar Akademisi, belki bu nedenle açıldı...)
"Edebiyat Fakültesi”nden şair çıkmayacağı gibi, akademiden de her zaman ressam çıkmaz" diyordu Selim Turan, bir öykü anlattı: İstanbul'da bir "Balıkçılık Enstitüsü" kurulmuş. Balıkçılar toplanmış, balıkçılık tekniği öğretiliyor. Almanya'dan da bir öğretmen gelmiş, kalkan balığının nasıl tutulacağını anlatıyor. Dinlemekten yorulan balıkçılar:
Haydi hoca, demişler, gidip bir balık tutalım...
Hoca, bir türlü balık tutamaz, balıkçıların her biri ise, attıkça balık gelir. Dönüşte, enstitünün duvarına şunu yazarlar:
"Diplomamız yok bizim cehlimize kailiz (inanıyoruz) / Çok şükür Allaha ki, diplomasız cahiliz!"
Biga'dan yazan Selahattin Şahin, "Köy Enstitüleri" konusuna değiniyor mektubunda, şöyle diyor:
"Sayın Ekmekçi,
Cumhuriyet ve dolayısıyla da okurunuzum. Yazılarınızın çoğunluğuna içtenlikle evet diyorum. Ancak, bunlardan Köy Enstitüleri'yle ilgili olanlarınaysa evetten de evet!
Bu ülkede her aydınım diyen (gerçekten aydın), Köy Enstitüleri’nin özgeçmişini çok iyi bilmeli ve hiç sakınmadan da savunmalıdır. Çünkü, çilekeş halkımızın insanca yaşayabileceği düzen, ancak ve ancak bu görüş ve düşünceyle gerçekleşebilir... "
Bugün, cumhuriyetin 61. yıldönümü. Cumhuriyetin temel kurumlarından biridir Köy Enstitüleri. Bu nedenle, o konuya ayırmak istedim...
Elime, Balıkesir'de kurulan Savaştepe Köy Enstitüsü'yle ilgili bir bant geçti. Bant, enstitünün kuruluşunun bir yıldönümünde, 1974’te, orada yapılan töreni yansıtıyor. Törene çağrılanlar arasında, Mehmet Başaran, Refik Cevahir, Ahmet Öztaş ile eski öğretmenler de var. Kuruluşundaki okul müdürü Sıtkı Akkay, daha başkaları bulunurlar. Burada, okulun kuruluşunda Türkçe öğretmenliği yapan İsmet Kültür, şu olayı anlatır:
1940'lı yıllar, okulun kuruluş çalışmaları var, İsmet Paşa, Savaştepe'ye gelmişti. Onu tuğla ocağına götürüyorduk. Yolda giderken, tepede, şimdi anımsıyorum, Pamukçu'dan Hatice o gün galiba nöbetteydi. Çobandı. Onu çağırdı, geldi. Paşa:
Ne var torbanda? diye sordu.
Torbamda peynirim var, ekmeğim var, köftem var... Diye yanıtladı Hatice.
Başka?
Torba açılınca içinden, "Antigone" diye bir kitap çıktı. Sophokles'in "Antigone"si. İsmet Paşa, "Antigone"yi görür görmez, gözleri yaşardı. Yanındaki, Genelkurmay Başkanı'na:
Paşam, görüyorsunuz dedi, bu klasikler daha yeni çıktı, Ankara'da bile okunmuyor. Benim çocuklarım Antigone’yi okuyorlar! Hatice dedi ki:
Efendim, bütün okul okuyor...
İsmet Paşa geriye geldi, öğrencilerin okuduklarına bir bir baktı.
İsmet Paşa, buradan Yıldızeli’ne (Sivas'taki Köy Enstitüsü) gidiyor, okula girer girmez bu kez:
Nerede Antigone? diye soruyor, karşılık veriyorlar:
Efendim, biz inşaat halindeyiz!
Savaştepe'dekileri anımsatan Paşa:
Onlar da inşaat halinde! diyor. Yanında bulunan İsmail Hakkı Tonguç:
Efendim, altı ay sonra aynı yapıtlar burada da olacaktır, karşılığını veriyor.
Bu olayı aktardığım, Yıldızeli Köy Enstitüsü çıkışlı Emin Özdemir şöyle dedi:
Yaşamımın en güzel yılları, klasikleri okuduğum Yıldızeli Köy Enstitüsü'nde geçti. Kitapların tadına doyamazdım...
Köy Enstitüleri, köylü çocuklarını iş içinde eğitiyordu. Oradan "diplomalı bilgisizler" değil, üretici insanlar yetişiyordu, öğretmenler için Atatürk şöyle der: "Yapılan büyük devrimler, sizin muhterem öğretmenler, hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister...”
İnönü, Köy Enstitülerini cumhuriyetin temel kurumları içinde nitelendirir. Ecevit, 17 Nisan 1970'te "Her gerçek Kurtuluş Savaşı gibi, Köy Enstitülerinin savaşı da çetin oldu..." der
Köy Enstitüleri, Türk eğitim sistemi olarak üniversitelerimizde araştırma konusu yapılmalıdır. Geçmişte olduğu gibi, bugün de bu kurumlardan, köylünün uyanıp bilinçlenmesinden tedirgin olanlar, ürkenler çıkabilir. İvriz Köy Enstitüsü'nden emekli öğretmen Karaman, şöyle dedi:
Ürkütmeden sayılmaz!
Ürküteceksin ki, sayılsın...