Ulus, Birlik Demektir!..

Mustafa Nihat Özön, Emin Özdemir’e bir gün özel konuşma sırasında şöyle demiş:
— Türkiye’nin tarihi, coğrafyasına benziyor. Tam düzlüğe çıktık sanırsınız, birdenbire bir tepe önünüze çıkıverir!
Mustafa Nihat Özön, Emin Özdemir’in öğretmeniymiş. Mustafa Nihat Özön'ü anlatan bir yapıtı, Türk Dil Kurumu Yayınları arasında çıktı.
Anayasa taslağının dili üzerinde durmak istiyordum. Taslak, dili yönünden çok savruktu. Usuna esen, keyfine göre, öneriler hazırlayıp taslağın dilini değiştirmeye kalktı. Bunu “Ankara Notları”nda tutanaklardan aktarmıştım.
Dil ile düşünce arasında, dil ile eylem arasında kopmaz bağlar vardır. Karşılaştığında “Esselamünaleyküm” diyenle, “Günaydın” diyen arasında, dünyaya bakış açısı yönünden dağlar vardır.
Prof. Tarık Zafer Tunaya, bir gün Ankara'ya gelmişti. Birlikte Meşrutiyet Caddesi’nde yürüyorduk. Karşıdan bir tanıdık geliyordu. Geçerken:
— Günaydın Ekmekçi! dedi. Tunaya:
— Yahu ne güzel, burada “Günaydın” diyorlar! dedi. Şaşırmıştı.
Tunaya, çağdaş bir insanla karşılaştığı izlenimiyle mutlu oluvermişti.
Her şey dile dayanır. Tarabya’cılar, tutucu düşüncelerini egemen kılmak için, şimdiye değin Türk Dil Kurumu'na, sözcüklere saldırıp durdular. Bir ölçüde başarılı oldukları da söylenebilir.
Bizim halkımız, Anayasa’nın dilini kolay anlamayacaktır. Osmanlıca sözcükleri halk kolay söyleyemez. Çocukluğumdan anımsarım; çoğu “müddeiumumi” diyemez, onun yerine “muddomim”, “muddoom” gibi sözcükler uydurup, söylerlerdi. Ne yapsındı? Savcı öyle mi? Söylemesi de kolay. Bazıları:
— “Savcı tutundu ama, yargıç tutunmadı” derlerdi, “Ne o öyle dalgıç gibi?” hakim sözcüğünde, daha bir ağırlık var sanırlardı. Oysa o da yanlış kullanılırdı...
Anam, “romatizma” sözcüğünü söyleyemez, onun yerine “domatisma” derdi. Bizler gülüşiirdük.
— Ana, o domatisma değil, romatizma:
— Aman oğlum, bu yaştan sonra onu nasıl öğreneceğim? derdi. Domatesi söylemek, anımsamak daha kolay geliyordu.
Bazı memur annelerine gittiği olurdu. Oturur, konuşurlardı. Kaymakamın annesine “kaymakam teyze” derlerdi. “Başkâtip teyze” demek, mahkeme başkâtibinin annesi demekti.
Dilimizi sevmeyi analarımızdan öğrendik. Anayasa'da, bu titizliğin gösterilmesi gerekmez miydi?
1961 Anayasası’nın taslağını hazırlayan Ord. Prof. Sıddık Sami Onar başkanlığındaki bilim adamları, İstanbul’dan Türk Dil Kurumu'na bir yazı yazarak. Anayasaya girecek sözcükleri istemişlerdi. Onlara, Ömer Asım Aksoy'un hazırladığı bir liste gönderildi. 1924 Anayasası, 1945’te Türkçeleştirildiği zaman, bu Türkçeleştirme işinde Hasan Reşit Tankut ile Ömer Asım Aksoy çalışmışlardı. 1961’deki çalışma, bu açıdan güç olmadı. Önerilen sözcükler, 1961 Anayasası'na böylece girdi.
1982 taslağına ise, Tarabyacı'ların dili egemen oldu. Türk Dil Kurumu’na başvurup: oradan uzmanlar isteyip, taslaktaki dil kargaşasını giderebilirlerdi..
“Özgürlük” sözcüğü çıkarılıp, “hürriyet” sözcüğü kondu, “hürriyet” taa, Tanzimattan beri ülkenin konusu. İki yüzyıla yakın süredir özgürlükler üzerine savaşım veriliyor. Mustafa Nihat'ın dediği gibi, düzlüğe çıktık, çıkıyoruz derken; haydi karşınızda bir tepe...
12 Eylül öncesinde, TRT yöneticileri, bazı sözcükleri kara listeye almışlar, bunların kullanılmasını yasaklamışlardı. Bunlar arasında “ulus” sözcüğü de vardı. Bunlar, “hakimiyet-i milliye” adını “ulus” olarak Atatürk'ün değiştirdiğini bilmiyorlar mıydı? İstanbul’da da bir toplantıya başkan olması istenen bir profesör, toplantının adındaki “ulusal” sözcüğünün değiştirilmesini adaylık koşulu olarak İleri sürmüştü.
Dil Uzmanı Doç. Dr. Semih Tezcan, 37 -18 ocak 1981'de TDK’nda düzenlenen toplantıda, “ulus” sözcüğünün özbeöz Türkçe olduğunu şöyle anlatmıştı:
“Ulus’un Mongolca’dan geldiği, Mongolca’ya da eski Türkçe “uluş”tan geçmiş olduğu biliniyordu. Eski bir sözcük olduğu, yaygınlığı, nerelerde kullanıldığı da biliniyordu. Kimi yaklaşmalar olmakla birlikte kökeni kesin olarak açıklanamamıştı. Eski Türkçede “ula-mak”, bağlamak, birleştirmek, birbirine eklemek anlamına gelir. Yine eski Türkçe'de ünlü ile biten, yani son sesinde ünlü bulunan eylemlere “ş” eki geldiğinde kökteki bu ünlü genişse darlaşır, işte “ulamak” eylemi üzerine “ş” eki gelince de “uluş” olmuştur. Yani, “uluş” un kökence anlamı, “bağlılık, birlik, birbirine bağlı topluluk”tur. Eski Türkçe'de bu sözcük “halk, bir devletin, ya da bir kentin halkı, devlet, kent” anlamlarında kullanılmıştır. Mongolların yayılışı sırasında Türkçe’den Mongolca'ya geçmiş, bu dilde son seste “ş” bulunamayacağı için “ulus” olmuştur. Mongolca’dan bu biçimiyle Türkçe’ye “geri ödünçleme” dediğimiz yolla alınmıştır.”