Ülkücünün Üçüncü Kurşunu...

Başbakan Turgut Bey'e kıymak isteyen eski ülkücü Kartal Demirağ, Numune'ye kaldırıldıktan sonra dayılandı. Konuşmak istemiyor, sorulara yanıt vermiyordu. İki el ateş etmişti. Soru üzerine:
Üçüncü kurşunu kendi başıma sıkacaktım, tutukluk yaptı! dedi.
ANAP kurultayına, "elim kolunu sallayarak" girdiğini söyledi.
Kimseden talimat almadım! dedi. Eski bir ülkücü. MHP yanlısı olduğu kayıtlardan çıkarılmış, anlaşılmıştı. Koruma polislerinin açtığı ateş sonucu sağ omuzundan, kolundan yaralı olduğu için belki, soru yağmuruna tek tük yanıt veriyor, dayılanıyordu'. Dayılanmak, halk dilinde "kafa tutar görünmek" anlamına geliyor ileride olay daha da açıklık kazanacaktı, ama olayın merak edilecek yanı az katmış gibiydi...
Bu ikinci ANAP kurultayıydı, o zaman İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut’tu. İlkinde girişte herkes aranmıştı. Bu kez, aramanın savsaklanması, böyle bir kıyaya, yanı "suikast" olayına da neden oldu. Atatürk'ün kurduğu, eski Türk Dil Kurumu'nda "suikast" karşılığı, "kıya” sözcüğü ortaya atılmıştı Birkaç kişi kullandı, tutmadı...
Haydar Kutluyla Nihat Sargın'ın DGM'de duruşmaları sırasında savunmanları, yabancı konukları bile aramak isteyen güvenlik görevlileri, ANAP’ın ikinci kurultayında neden aramayı savsaklamışlardı. Genel başkan yardımcılarından Mehmet Keleciler. Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’la konuşmuş, girişte herkesin aranmasını istemişti. Keçeciler:
Ben dahil herkesi arayın! demişti. Keçeciler:
Sabahleyin ne oldu, bilemiyorum! diyordu. Şöyle sürdürüyordu konuşmasını:
Biz bir gün evvel Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne telefon ederek herkesin aranmasını istedik Daha doğrusu o -Mehmet Ağar- bize telefon açtı, "Efendim, biz herkesin aranmasını uygun görüyoruz” dedi- "Tamam” dedim. "Ben dahil herkesi arayın kardeşim.” O. "Milletvekillerimizi arayamayız da" dedi, "ama diğer vatandaşları ararız " Böyle dedi. "Dokunulmazlığı var milletvekilinin arayamayız" dedi. Hatta ben latife ettim, dedim ki: "Bizim partinin girişinde herkesi arayarak içeri alıyorsunuz, bombalı saldırıdan beri böyle, biz alışığız aranmaya, merak etme sen! Bizim partililer, Anavatanlılar alışıktırlar aranmaya; genel merkeze herkesi arayarak alıyorsunuz zaten altı aydır" dedim.
Arama başlangıçta sürmüş, ama sonra tavsamış. ANAP'ın genel başkan yardımcılarından İlker Tuncer mı ne karışmış işe, milletvekilleri, delegelerin aranmasına bozuluyorlar mıymış, neymiş, İçişleri Bakanı Kalemli'ye de söyleyerek aramayı durdurmuşlar. Olan da olmuş!
TRT kameramanları olayı güze) yansıttılar doğrusu, hele Turgut Bey'in ilk kurşundan sonra kürsünün altına yatışı dayı tam bir gazetecilikti. Ama TRT kıymak isteyenin eski bir ülkücü olduğunu, nedense uzun haberleri arasında vermemekte direndi. Olayı, yurttaşlar, pazar günü gazetelerde öğrendiler. Oysa BBC vermişti yayınlarında aynı gün. Hikmet Çetinkaya, hemen kolları sıvamış, gerçeği öğrenmiş. “Komando Kartal" yazısını yazmıştı.
Cumartesi sabaha evden. ANAP kurultayına gitmek için yola çıktım. Tüm arkadaşlar orada olmalıydılar. Tam bir karar veremiyordum. Bakanlıklar’da indim, Bulvar Palas'a iki dakika uğradım. Yine kafamda kurultaya şöyle bir uğramak var. İçimden de:
ANAP kurultayı önemli mi? Orada demokrasinin zerresi olmayacak ki, gösteriden başka bir şey olmaz, onu da TV verecek., diye düşünüp gidiyorum, önüme Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın davasının duruşmasını izlemek için ta Avustralya’dan gelen senatör Robert Wood'la bayan çevirmeni çıkıverdiler. Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne gidiyorlardı, basın toplantısı yapmak için. Arkadaşları, öbür yabancı parlamenterlerle sanatçılar orada bekliyorlardı.
Hadi ben de geleyim! dedim. Birlikte basın toptanıma gittik.
Basın toplantısı çok ilginçti. Bir gün önce Süleyman Bey’e gitmişlerdi, gidenler arasında Mikis Theodorakis de vardı. Almanya'dan gelen savunman Woifgartg Herbert, Süleyman Bey'le görüşmelerinin izlenimlerini anlattı, şöyle dedi:
Demirel bize, “Anarşi ve terörü önlemek açısından komünizmle mücadele etmek gerektiğini" söyledi. Bu gerekçesinin iki temel yanlışı var: Birincisi, komünizmin anarşi ve terörle ilgisi yoktur. İkincisi Demirel'in açıklaması, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’na aykırı bir açıklamadır. Biçimsel yanıyla da yanlıştır...
Bunları söylemekte birlikte. Theodorakis’in, yemekte Alpaslan Işıklı'yla bana anlattığına göre, Süleyman Bey, bu görüşmeden çok memnun kalmış, “Onlar da bir gün özgür olacaklar” demiş mi?
Süleyman Bey'in de, özgürlükler, demokrasi konusunda kafasını pek değiştirmediği düşünülebilir mi, ne bileyim?
Konuklardan bir bölümü, daha sonra, Hinthorozu Erdal Bey'e gittiler. Erdal Bey İngilizce, zaman zaman da Fransızca konuştu. İngilizce konuşurken. İngilizce bilmeyen bir Fransızca çevirmenliği, Alman Gisela Fterwez yaptı. Gisela, benim de resimlerimi çekti. Erdal Bey, özette şöyle dedi:
Biz tabii 141-142'ye karşıyız. Bu maddeten kaldırabilmek için anayasamızı da değiştirmemiz gerek. Ama şu anda biz Mecliste muhalefetteyiz. Çoğunluğumuz yok, anayasayı değiştirmek için Aslında şu anda hiçbir şey yapamıyoruz. Ama gelecek seçimlerde belki kazanacağız. O zaman çok şey yapabiliriz. Şimdi ben, bir parti lideri olarak konuşuyorum. Bu yüzden daha gerçekçi konuşmam gerekir. Bilim adamı olarak, tabii daha güzel şeyler söyleyebilir, isteklerde bulunabilirim. Tabii ben, düşünce özgürlüğünden yanayım, örgütlenme Özgürlüğünden yanayım. 141-142'nin bunun için kaldırılması gerektiğini düşünürüm. Şu anda somut bir şey de yapamıyoruz…
Alınanlardan Gisela Penvez ile Wolfgang Herbert'le birlikte gazeteci. Alman Komünist Partisi temsilcisi Ruth Gruber de vardı.
Batı Almanyalı savunman Woifgang Herbertle İngiliz savunman Linda Webster, öbür konukların da imzaladıkları gözlemlerini içeren bir açıklamayı basına verdiler. Bunda özette şöyle deniyordu:
"Savunmanlar, profesyonel görev ve haklarını yerine getirmede çeşitli yollardan sınırlandırmaya uğradılar. Devlet güvenlik görevlileri, savunmanların konuşma ve isteklerini banda aldı. Bunlar Avrupa insan Haklan Bildirisi'nin 6 maddesine aykırı.
Savunma avukatlarından Rasim Öz mahkemede demokrasi savaşımının süreceğini söylediği. Atilla Coşkun da TKP’nin bir üyesi olduğu savıyla, bu duruşma başladıktan sonra davaya eklenerek sanıklar arasına alındılar.
Sargınla Kutlu, Türkiye'ye geldiklerinden sonraki ilk 19 gün içinde tutuldukları emniyette işkence gördüklerini ileri sürüyorlar. Bizim araştırmalarımıza göre, bu savlar doğrudur ve bunlar İnsan Hakları re Birleşmiş Milletler bildirilerinin işkence yasağına ilişkin maddelerine aykırıdır. Türkiye, bu bildirilen imzalamıştır.
Türk Ceza Yasası’nın 141-142 maddeleri, Avrupa İnsan Hakları Bildırgesı'nın9,1üve 11. maddelerine. Birleşmiş Milletler Bildirisi’nin 18,19 ve 20. maddelerine aykırıdır. Bu açıklamaya dayanarak, Türkiye'deki yönetimin, insan haklarını çiğnemeye bir son vermesini, Kutlu’yla Sargın için açılan davaya son vermesini istiyoruz."
Yabancı konuklara, ANAP kurultayını izlemeleri için dört kişilik çağrı kartı gelmişti. Hiçbiri gitmeye istekti görünmedi. İyi ki gitmemişler, adamlar yerlerde sürüneceklerdi; polislerin ortalığı velveleye vermeleri, işgüzarlığı yüzünden...