Uğur'u Turan Dursun Karşıladı...

Melbourne’de Figen Haşimoğlu adında bir Cumhuriyet okuru. "Mumcu Ailesine" iletilmek üzere şu dizeleri verdi. Figen Haşimoğlu’nun dizelerini buraya yazıyorum:
“Sevgiyi ölüme boğduramazlar/Silahla gerçeği susturamazlar/Mumcu'yu vuran zavallıcıklar/Karanlığın içinde kaybolacaklar."
Avustralya'dan döndükten sonra, Figen Haşimoğlu iki kez aradı telefonla. Birinde, sabahın erken saatiydi, orada gece olmalı; ağlıyordu...
Figen Haşimoğlu, İngilizce öğretmeniyken Avustralya'ya gitmişti. Eşi Ali Haşimoğlu'yla birlikte, orada bir çorap fabrikasında çalışıyorlardı. Oğullarının adı Dinçer’di. Figen Hanım, kızlık soyadını oğluna vermişti, babasını yaşatmak için...
Ben Avustralya’dan ayrıldıktan sonra, orada çıkan gazetelerin çeşitli yayınlarla Uğur'u andıklarını öğrendim. Tutucu basın, “dinci”ler, Uğur'dan yana bir şey yazar mı hiç? Yazdıkları ya timsahın gözyaşlarıdır ya da "İyi oldu, kurtulduk!" demeye gelen tümceler.
Melbourne'de, Türkiye'den gelen Kürtlerin, Meclis önünde açlık grevleri vardı. Türkiye’de Kürtlere yapılan baskıları kınamak için açlık grevine gitmişlerdi. Akşam, Gürbüz Koyunoğlu'nun çalıştırdığı "Taverna Halikarnas'ta yemek yiyorduk. Bu açlık grevinden söz ettiler. Kürtlerden biri, Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili olarak:
İyi oldu, hoşlandım! demiş.
Kuşkusuz, bunu söyleyen Uğur 'u tanımıyordu. Arkadaşlarıma:
Açlık grevinin yapıldığı Meclis binasının önüne gidelim! dedim. Kimi, gitmek istemedi, benim de gitmemi istemiyorlardı...
Sonunda gitmeyi kararlaştırdık bir grup, açlık grevi yapan Kürtlerin çadırlarına vardık. Arabadan indik. Kendimi tanıttım:
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Mustafa Ekmekçi'yim ben!
Saat geceyarısına yaklaşıyordu; çevremizi aldılar açlık grevindeki gençler. Biri;
Başınız sağolsun! dedi, Uğur Mumcu’nun ölümüne üzüldük...
Bir Kürt kızı, Uğur Mumcu'nun öldürülmesine gösterilen tepkinin, neden Musa Anter'de gösterilmediğini sordu. Onu da yanıtladım; Anter için yazılar yazdığımızı söyledim. Kürt halkının başka, Apo'nun siyasetinin başka değerlendirilmesi gerektiğini de söyledim. Kendileriyle de toplantı yapmamı, konuşmamı istediler. Zamanımın olmadığını, düzenlenen toplantılara katılabileceklerini bildirdim. Ayrıldık, Uğur'a Kürtlerin kıyabilecekleri hiçbir zaman usumdan geçmedi. "Dinci" kesim, cinayetlerde usa ilk gelenlerdendi.
Uğur Mumcu, yalnız iş arkadaşı değil, duygularımızı paylaştığımız gönüldeşimizdi de. Etle tırnak gibi olmuşuz yıllardır. Kolay mı onun ölümü üstüne yazı yazmak? Nereden başlamalı? Annesi Nadire Hanım, biz çoluk-çocuk Ayvalık’larda, İdareciler Kampı'nda dinlenirken, kesinlikle unutmaz, bizlere bir “ev yemeği" yedirmek isterdi. Uğur arabasıyla gelir:
Annem sizin için yemek yaptı: haydi sizi götüreceğim, derdi.
Gider, Nadire Hanım'ın dolmalarını, sarmalarını yerdik. Ne candan insandı.
Uğur'un bir teyzeoğlu vardı, Muammer Gökkaya; benim Konya Lisesi'nin orta kısmından sınıf arkadaşımdı. Muammer'e, arkadaşları kısaltılmış adıyla "Mamca" derlerdi. Uzunca boylu, yakışıklı bir arkadaş. Babası subaydı. Muammer, Kafkasya'dan Şeyh Şamii'in torunlarından olduğunu söyler, bununla övünürdü. İkimizin de kompozisyonumuz iyiydi. Onun, sinema önündeki çekirdekçiyi anlatan bir kompozisyon ödevini hiç unutmam. Öğretmenimiz Cevdet Ekemen, sınıfta okumuştu. Çekirdekçi, bir yandan bağırıyordu:
Sıcak sıcak, elleri yakıyor, çekirdekçi!
Muammer, sonra ayrıldı galiba, askeri okula gitti. Asker sağın (doktor) oldu. Teğmenken, 1950’li yıllarda, arkadaşlarıyla Gölbaşı’na arabayla giderlerken trafik kazasında ölmüş.
Uğur, bu teyzeoğlunu çok sever, ona "Muammer Abim" derdi. Muammerin çocukluk arkadaşı olmam, Uğur'da ayrı bir etki yaratırdı sanıyorum. Doğan Güreş de Muammerin arkadaşıymış; babaları akraba mı ne olurlarmış? Doğan Güreş de benim gibi. Uğur'un annesi Nadire Hanım’ın böreklerinden, çöreklerinden yemiş. Güreş, Uğur u çok severdi; onu bir çeşit akraba sayardı. Ben buralarda yoktum, cenazesinde saatlerce yürümüş...
Duygularımızı bir yana bırakıp soğukkanlı düşünmenin zamanı gelmiştir. Uğur’un da. Aksoy'un da, Üçok'un da, Dursun'un da, Emeç'in de, Anter’in de katillerini arayıp, bulup çıkarmak, “gazeteciyim" diyenlerin boyunlarının borcudur. "Dinci”ler, suçluların telaşı içinde, kıvranıyorlar. Şimdi hükümeti devirme hevesi içindedirler. Hükümet devrilirse zaman kazanacaklardır. Yağma yok! Hükümet, SHP- DYP ortaklığı bu deveyi güdecek; başka yolu yok! Cinayetlerin işleyicilerini bulmadan bir yere gidemezler...
Turan Dursun, 4 Eylül 1990'da öldürülmüştü. Turan Dursun'un ölümü, İran'da radyolardan birinci haber olarak verildi. Uğur Mumcu, 6 Eylül 1990 günlü Cumhuriyet'te Turan Dursun'la ilgili yazı yazdı. Turan Dursun, Türkiye'nin "Salman Rüşdüsü " diye mi öldürüldü? Turan Dursun, Türkiye'de "İslam"ı bilimsel açıdan ele alıp inceleyen, irdeleyen bir aydın yazardı. Onun "Din Bu" dizisi, başucu kitabı olarak okunmalı, okutulmalıdır. Turan Dursun'un öldürülmesi. Türk kamuoyunda da, dünya kamuoyunda da geçiştirilmek istendi, ama mızrak çuvala sığmadı. Uğur Mumcu’nun; Atatürkçü, laikliğe kendini adamış Uğur Mumcu gibi bir aydının öldürülmesi bütün oyunları bozdu. Kendisinden önce öldürülen, canlarını veren aydınların tümü, Uğur'u çiçeklerle karşıladılar. Turan Dursun, karşılayanların en önündeydi...