Uğur Mumcu’ya Yazılar (III)

Melbourne'da Doğan Çocuklar...
Sydney'den uçakla Melbourne'a çarşamba öğleyin geldik. Uçakta yemek verdiler. Sydneylilerle Melbournelular, Beşiktaşlılarla Fenerlilerin birbirlerini tutmaları gibi, kentlerini tutuyorlar. Avustralyalılar böyleyken, burada yerleşen Türkler de başkaları da buna uyup, kendi kentlerini beğeniyorlar, öbüründen üstün görüyorlar. Sürmenelilerle Otlular, Ankaralılarla İstanbullular gibi! Sydneyliler Melbourne'a:
Hah, al işte köye geldik! Derken, Melbournelular:
Melbourne, dünyada yaşanacak üç kent arasında yer aldı, ne haber? diye karşılık veriyorlar.
Bu yarış yüzünden ikisi de başkent olamamış da ortadaki bir yeri, Canberra'yı başkent yapmışlar, gitmişler...
Sydney'in denizi var, Melbourne'un yeşilliği; ikisinin de sıcağı, güzel bacaklı kızları!
Uçakta Sydney Halkevi'nden Başkan Bekir Çakan, Aşkın Baran, Ali Akbaba, Melih Baran da vardı. Havaalanında bizi Mehmet Doruk, Müslim Sezgin, eşi Esma Uygun, Çelebi Demiröz karşıladılar.
Karşılayanlar, "Hoşgeldin" yerine, "Başın sağolsun!" diyorlardı. Biri şöyle dedi:
Biliyor musunuz, Melbourne'da doğan çocukların adları "Uğur" diye değiştirildi. Bir arkadaş, oğlunun adını "Nadir" koymuştu. Ona “Uğur" eklendi. “Nadir Uğur" oldu. Çoğu böyle yaptı. Verecek yanıt bulamıyordum. Akşamüstü, burada Türkler için yayın yapan radyoyu dinledik. Türkiye haberlerini Baki Özilhan vermekteydi; baştan sona Uğur'la ilgiliydi. Melbourne'a geldiğimiz gün, etnikler için 60 dilde yayın yapan SBS (Specıal Broadcasting Services) radyosuna ben de bir konuşma yaptım. Canlı yayın sırasında telefon eden dinleyicilerin sorularını yanıtladım. SBS-3EA Türkçe programının "koordinatörlüğünü" Bülent İbrişim yapmaktaydı. İzlence sırasında telefonlar çalıyor, sorular yöneltiliyor ben bunlara karşılık veriyordum. Bülent İbrişim kimi sorulara karşılık verip vermemekte özgür olduğumu söylüyordu. Karşılıkları değil, ama ilginçliği nedeniyle kimi soruları buraya aktarmak istiyorum. Şöyle (ilk soruyu soran adının açıklanmasını istemiyordu):
Merhaba! Ben Avustralya 'da doğmuş büyümüş bir Türk çocuğuyum. Türkiye'ye dönmeyi çok istedim. Ama bir sakınca var bence; o sakınca da. Türkiye'de önemli kişilerin öldürülmesi. Niye böyle şeyler oluyor ve biz ne yapacağız bu durumda?
…..
Efendim, önce Uğur Mumcu’yu sevenler adına başsağlığı diliyorum. Mustafa Ekmekçi abimize de ayrıca başsağlığı diliyorum. Sorum şu şekilde olacak: Bu İslam ilkeleri doğrultusunda, İslam örgütleri adına çalışanlar... Acaba, kendilerinin ibadet ettikleri yer, Suudi Arabistan, bütün Amerika’nın kontrolü altındadır. Peki, bunlara karşılık herhangi bir hareketleri (tepkileri) olmuyor da vatandaşa, memleketin laikliğini, geleceğini ve demokrasiyi düşünenlere niye bu gibi suikastlar yapılıyor? Acaba bunlar nereye varacak? Veyahut İslamlığı ne için savunuyorlar? Onu öğrenebilir miyim?
(Adının açıklanmasını istemeyen bu dinleyiciye de, Bülent İbrişim araya girerek şöyle dedi: "Şimdi ben esasında radyo olarak araya girmek durumundayım. Şu anda cinayeti kimin üstlendiği, kimin yaptığı konusun da çok müphem şeyler var. Bu konuda isterseniz genel bir yargılama veya bir tespitten önce genel bir açıklama bekleyelim sizden, buyurun...")
(Adı Vural) Bir kez, gazeteci arkadaşımıza “Hoşgeldiniz" deriz. Bizler burada demokrasi laflarını çok işitiyoruz. Demokrasi nedir bunu bilmiyoruz. Bunu öğrenmemiz gerekiyor. Hangi ülkede demokrasi var? Bunları önce sormak isterim. Demokrasi olan ülkelerde bile, varsa eğer dünya üzerinde, düşüncesinden ötürü hapislere atılmış, öldürülmüş, işkence görmüş insanlar yok muydu? Şu anda tüylerim diken diken! Uğur Mumcu'yu öldürmek, Abdi İpekçi'yi öldürmek, özgür düşünceli insanları öldürmek kimin işine yarayacak? Ne için öldürülüyor, neden niye yapılıyor bu işler? Bunların arkasında belirli odak noktaları mı var? Bunları bir gazeteci olarak, bize anlatmanızı rica ediyoruz. Kusura bakmayın, kendimi tutamıyorum.
(Adı Kemal) Efendim, ben de Mustafa Ekmekçi Bey'e “hoşgeldin" diyorum. Birçok yazarlarımız gibi Uğur Mumcu da katledilmiştir. Tabii bunlara Türk toplumu olarak biz çok üzülüyoruz. Demokrasi ve laikliği korumak için acil önlemler ne olabilir? Efendim, benim sorum bu kadar...
Daha çok soru vardı; anlattıklarına göre, radyonun telefonlan kilitlenmişti. İzlenimim oydu ki, binlerce kilometre uzaklıktaki Avustralya'da duyarlı insanlar ayağa kalkmışlardı. Burada daha kendime gelebilmiş değilim. Eve gelmeden arabada, ayağımdaki keslerin bağlarını çözüyor, geceyarısı kalkınca, ayakyolunun (tuvaletin) yerini bulamıyor, evin tüm odalarının kapılarını açıp bakıyordum. Evinde kaldığım Mehmet Doruk'un yatak odasını açmasam bari! Korktuğum başıma geliyor, Mehmet'le Melda burada yatıyor.
Yiğidim Mehmedim burada yatıyor! deyip hemen kapatıyorum kapıyı. Çocuklar Hazal ile Ezel nerede yatıyorlar acaba? O kapıyı açmasam!
Ah Uğur, biliyor musun, seni öldürenler gerçekte Nasrettin Hoca'yı öldürdüler... (Melbourne, 31 Ocak 1993).