Üfleyince sönen mum...

Dün sabah. "Ankara Notları"nı yazmak için erken çıktım evden:
Tüm Ankara uyuyor! diye düşündüm. Tek tük arabalar geçiyor caddeden. Kırmızı spor arabasıyla giden bir bayan selam verdi, şaşırdım. Bir tanıdık mıydı? Yoksa, uygar ülkelerde olduğu gibi, öyle herkes birbirine selam mı veriyordu? Neyse...
Çocuklar, TV’deki yılbaşı programını sevmediler. Gece 24.00'ten sonra yeni bir yıla girdiğimizi görünce çok şaşırdı Eylem. Daha doğrusu, yeni bir yıla böyle mi girilirdi? Eski yıldan hiç ayrısı, gayrısı yok gibi.
İsmail Hakkı Güngör'ün Maltepe Camii’nde namazı kılınmazdan önce, avluda hoparlörden hocanın sesi geliyordu. Günlerden cuma:
Müslümanın hayatında yılbaşı diye bir şey yoktur. Senin kitabın hurafelerin karşısında olduğu gibi, yılbaşı hurafesinin de karşısındadır...
Hoca, İso'nun cenaze namazı öncesinde, daha sonra Müslümanların içkiden, yılbaşı eğlencelerinden uzak durmalarını istedi. Hoca, orada, üst düzeyde görevli kişilerin önünde, öyle konuşuyor da konuşuyordu.
Seni adım adım takip eden ölümü hatırla, kendi inançlarına sahip çık, Müslüman Türk'e yaraşır biçimde davran...
Bunları söylüyordu hoparlörden sesi gelen hoca; dünya ise, bir yeni yılı kutlamaya hazırlanıyordu. Şimdi duymadım ya, bazı yıllar anımsarım. Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç da, yeni yıl mesajları yayımlar, kutlamalar yapardı. Dönem mi değişti ne?
Halide Edip anlatıyor "Türkün Ateşle İmtihanı"nda:
"... Yunanlılar Sakarya’nın doğu tarafını aceleyle terk ediyorlardı. Biz de artık Polatlı'ya gidebilirdik. Eylülün on üçünde Mustafa Kemal Paşa ile öğle yemeği yerken, Malta’dan henüz dönmüş olan Fethi Bey'i orada bulduk. Miralay Arif de oradaydı. Mustafa Kemal Paşa bir çocuk gibi memnun görünüyordu. Elini Miralay Arif'e uzatarak, el falına bakmasını söyledi. Miralay Arif:
"Bak, parmaklarının arasından ışık sızıyor. Hiç içini saklamıyorsun. " dedi.
Mustafa Kemal Paşa gülerek:
"Bunu bilmek için elime bakmak lâzım mı?" dedi
Miralay Arif, benim avcuma da bakınca, bir dost gülümsemesiyle, benim hem içini saklayan, hem kuvvetli bir insan olduğumu söyledi ve geleceğim hakkında parlak sözler ekledi
Şimdi düşünüyorum. Acaba, kendi avcuna bakarak korkunç istikbalinin ne olacağını görmüş müydü? (Ayıcı Arif diye tanınan Miralay Arif, daha sonra, Atatürk’ü öldürmeye girişme suçundan asıldı.)
Güzel bir düş görürsünüz, bunun gerçek olmasını istersiniz. Kurtuluş savaşının utkuyla sonuçlanması, bağımsızlığın kazanılması, bir düşün gerçekleşmesi gibi bir şey değil midir?
Şimdi, gerçekleşmesini özlediğimiz yeni düşlerimiz var; özgürlük olsun, barış olsun, demokrasi rayına otursun, af çıksın diyoruz. Bunlar birer düş değil mi sanki? Geçtiğimiz pazar günü, "Güneş"te, Prof. Selçuk Erez'in "Af Masalı" başlıklı güzel bir yazısı vardı. Bir bağışlamanın, konu topluma mal olunca zorunluluk olacağını vurgulamak istiyordu sanıyorum...
Emin Değer, aydınlarımızı, üfleyince sönen muma benzetti. Şöyle dedi:
Üfle üfle, sönen mum ışık vermiyor!
Yeni yıla girerken, cezaevlerine gidildi. Yalova'ya giden Yaşar Kemal'in yanında Fikret Madaralı, öykücü Mehmet Güler de var, doğruca Yalova Cezaevi'ne giderek, orada yatan Osman Şahin’le konuşmuşlar...
Ozan Ahmet Telli, Ankara’da üç aylık hapis cezasını çekmek için teslim olup, cezaevine girmiş.
"Öğretmen Dünyası" dergisi, dün beş yaşına girdi. Kutladım yürekten. Yeni bir yıla da girdik ya, tüm okurları kutlamak, düşlerinin gerçek olmasını dilemek geçti içimden. Kutlu olsun...
31.12.1983
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Sevgiye zam yok mu?..
Eskiden hayvan vergisi vardı; büyükbaş, küçükbaş hayvanı olanlar, belli bir vergiyi verirlerdi. Diyelim, bir keçi yirmi beş kuruş, bir koyun elli kuruş, bir katır seksen kuruş filan gibi. Bir de yol vergisi vardı, her vatandaş ya beş lira gibi belli bir para ödemek ya da on beş gün, yapımı planlanan bir karayolunda çalışmak zorundaydı.
Hayvan vergisini ödemek istemeyenler, daha doğrusu yoksullar, bunları dağlardaki inlere kaçırırlar, denetim bitince de hayvanlarını yeniden evlerine getiririlerdi. İnlerde yakalanan hayvanlar, ilçenin alanında satılır, hâzineye gelir kaydedilirdi. Bir kovalamacadır sürer giderdi. Yol vergisi de, yolda zorunlu çalıştırma da, sanıyorum, yeterince yararlı olmuyordu; yolda çalışmaya gidenler, kaytarırlar, gün doldurup kaçmaya bakarlardı.
Bunları anlattıktan sonra, fıkraya gelebilirim. Şimdi, tarlalarının, bağlarının büyük bölümü Keban Gölü altında kalan Ağın ilçesinde köylüler, köy odasında oturmuşlar konuşuyorlardı. Hayvan vergisini ödemenin yollarını arayan bir arkadaşlarına takılıyorlardı. Biri;
— Keçinin derisini koyunun sırtına geçirirsen, yirmi beş kuruş kârın olur! Diyordu.
Bir başkası, keçinin derisini katıra geçirmeyi öneriyordu. Köyün Nasrettin Hocası İbik Dayı, dayanamadı; oturduğu yerden şöyle dedi.
— Yahu ne uğraşıyorsunuz, eşeğin derisini sırtınıza geçirin, yol vergisinden kurtulun!
Yeni yıla zamlarla giriyoruz. Yılbaşı gecesi artık eğlenen eğlenene. Turgut Bey, rakı içmez, sigara da içmez. Oh! Keka...
Semra hanım puro içer, onun da çoğu dışarıdan gelir. Halk dilinde ne güzel bir söz vardır:
— Yırtılan deli Bekir’in donu... Derler.
Turgut Bey, bilir halkın bir bölüğünün ne diyeceğini;
— Canım, yılbaşı da neymiş? Gâvurların buluşu değil mi? O gece de eğlenmeyiversinler!
Halkın nabzını elinde tutmak buna derler!
Basın sitesinin kapıcısı Ziya, havalar iyi gittiğinde kaloriferi yakmıyor, kötü gidince yakıyor. Kimileyin de öyle kısıyor ki, donmamacasına yanıyor kaloriferler. Ziya:
— Böylece idare ediyorum! (Yönetiyorum) Diyor…
Hemen her bayramda, ya da yıl sonlarında içeridekilerden söz etmişim, özellikle düşün suçundan yatanlardan. Yine içeride olanları düşündüm: Ali Sirmen, “Barış Derneği Davası”ndan tutuklu arkadaşlarıyla birlikte İstanbul, Bayrampaşa'da Sağmalcılar Cezaevi'nde C-16'da yatıyor. Mahmut Dikerdem, Cerrahpaşa Hastanesi’nde üroloji servisinde 209 numarada. Orhan Apaydın, Sağmalcılar Hastanesinde tutuklu. Sadun Aren Metris Cezaevi'nde D-12'de. DİSK'liler D-11 'de. Onları alt kattan orta kata almışlar, durumları iyiymiş. Yargıtay'ın salıverme kararından sonra, bir başka suç işlediği iddiasıyla ikinci kez tutuklanan Doç. Dr. Yalçın Küçük eski yerinde, Sultanahmet Cezaevi’nde. 4 ocakta duruşması varmış.
Öykücü Osman Şahin, Yalova Cezaevi'nde. O yattığı yerde öykü üstüne öykü yazıyor.
Süleyman Coşkun, Atila Aşut Mamak’talar. Cihat Aral (ressam), o Ankara'ya Mamak'a aktarıldı. Orhan Taylan da Mamak'ta. Doğu ile arkadaşları Mamak'ta.
İçerideler diye unutamam: onların da bir yeni yıllarını kutlamak istedim. Cezaevlerinden pekçok yeni yıl kartları geliyor, düşündürüyor bunlar.
Bugünlerde, bir “af", bağışlama" sözleri dolaşıyor Meclis kulislerinde, basında. Ama, en başta usa gelmesi gereken düşün suçları değil de, "adi suçlar” gündeme getirilmek isteniyor, onlarla ilgili olanların bağışlanması ön plana alınıyor. Bağışlamanın her türü güzeldir. Ben ona, “sevgiye zam yapmak!"diyorum, düşmanlıklara değil. Ama, öncelikle düşün suçlarından yatanlar toplumdaki yerlerine oturtulmalı diye düşünürüm...
Böylece, Türkiye'nin dünyadaki saygınlığı nasıl yükselir, görürsünüz!
* * *
İso, Ankara'da öldü. İso İsmail Hakkı Güngör’ün yakın arkadaşları arasındaki adı. Onu, Vedat Türkali tanıştırmıştı. Celo'yu da. Onlar çocukluk yıllarından beri arkadaştılar. Çok sevmiştim ikisini de. İso, son günlerde eşyalarını topluyordu, görevinden alındı, alınacaktı!
İso, dün Ankara'da yapılan törenlerden sonra, toprağa verilmek üzere, İstanbul'a uğurlandı. İso'nun yakınlarına, arkadaşlarına başsağlığı diliyorum...