TV’nin Sıkıdenetimi...

TV’de, Ömer Asım Aksoy, kara listeye alınıp Ataç’la ilgili konuşması yayımlanmayınca, hiç üzülmedi, aksine sevindi. Buna karşılık, kara listede olmadığı belirtilen Sami N. Özerdim üzüldü. Ömer Asım Bey var diye, konuşmayı kabul etmişti. Şimdiyse tek başına kalmıştı. Kabaklıların uğrağı olan TV’de, Sami N. Özerdim'in ne işi vardı? Ama "Peki" demişti bir kez, olan olmuştu.. TRT'de Ataç’la ilgili sıkı denetim yeni değildi; 1961'de de Ankara Radyosu'nda Mahmut Tali Öngören’in Ataç’la ilgili olarak İlhan Berk, Erdal Öz’le birlikte hazırladığı izlence de o günkü yönetimlerce engellenmişti!..
TV’de hazırlanan konuşmasına yasak gelen Ömer Asım Aksoy'un anlattıklarının bir bölümünü, önceki günkü “Ankara Notları"nda vermiştim. Yer darlığı nedeniyle bir bölümü kalmıştı. Ömer Asım Aksoy, daha sonra şöyle diyordu.
“Ataç, özleştirme yolunda ‘tasfiyecilik’ denilen çok aşırı bir yol tutmuştu. Öyle ki Dil Kurumu'nun özleştirme ölçüsü, onunkinin çok gerisinde kalmıştı. Bununla birlikte kurum, Ataç’ın çabalarını, amaca ulaşmayı hızlandırıcı nitelikle görüyor ve hoşgörü ile karşılıyordu.
Ataç, yazılarında bir yandan Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden aldığı sözcükleri kullanıyordu: ‘Temayül' yerine ‘ağırı’’, "izin' yerine ‘boşuğ”, “nokta' yerine dıka”, "heves' yerine ‘tükeli' gibi.
Bir yandan da halk ağzındaki sözcüklerden yararlanıyordu: ‘Satır’ yerine 'çizek' diyor; 'zaten' demiyor; ‘dibelik’ diyor; 'mantık’ demiyor ‘eseme’ diyor ‘perde’ demiyor ‘gerelti' diyor; ‘gazete’ demiyor ‘günce’ diyordu.
Öte yandan kendisi sözcükler uyduruyordu. Akademi için ‘bilimtay’; anket için ‘danışka’; bittabi için ‘doğallayın’; tesadüf içki ‘düşece’; an için 'kıpı’; hapishane için ‘kısıevi’; kelime için ‘tilcik'... gibi.
Uydurduğu ye de başka lehçelerden alıp yaşatmaya çalıştığı söcüklerin hepsinin tutunamayacağını kendisi de biliyordu. Ama bu aşırılığı ile toplumun eski karma dil alışkanlığını sarsmak, Türkçenin gerçek kişiliğini bulması için çaba göstermek gerektiğine ulusun dikkatini çekmek istiyordu.
Uydurduğu başarılı sözcüklerden ikisi üzerindeki anılarımı da sunmak istiyorum: Bir sabah Dil Kurumu'nda, odasına çıkmadan önce, her gün yaptığı gibi, benim odama geldi. Şuradan buradan konuştuktan sonra, 'mesela' yerine ‘örneğin’ kullanmak istediğini söyleyerek, bunun dilbilgisi açısından savunulabilip savunulamayacağını sordu. Bu buluşu bir sezgi ile hemen ben de benimsedim ve birkaç saniyelik bir düşünmeden sonra, bu sezginin kaynağını buldum: ‘Örneğin’ sözcüğü, dilimizde ileriden beri kullanılan ‘ilkin’ sözcüğünün yapısın, taşıyordu; doğru bir türetmeydi. Bunu kendisine açıkladım ve hiç çekinmeden kullanabileceğini söyledim. Bu sözcüğü Ataç’ın yazılarında görenler de kullanmaya başladılar. İlk yıllarda büyük tepkilere yol açan, çok kötülenen, çok yerilen 'örneğin’i şimdi yediden yetmişe her kesimin insanı severek kullanmaktadır.
Ataç’ın düşüncemi sorduğu öteki sözcük, Osmanlıcanın 'şayanı dikkat'ini ve Fransacanın 'enteresan'ını karşılayacak olan 'ilginç' sözcüğü idi. Bunun da ‘korkunç’a benzediğini, tutunmaması için bir neden bulunmadığını söyledim. Sesçe va anlatışça çok güzel bir buluş olan bu sözcük de yayıldı gitti.
Diller, bir yandan bilimsel çabalarla, bir yandan da büyük sanatçıların kullanıma getirdikleri zenginlikle gelişir. Dilimizin son yarım yüzyılda özüne dönük olan gelişmesinde, zenginleşmesinde, çağdaş bilim ve teknik kavramlarını karşılayabilir bir güç kazanmasında Türk Dil Kurumu'nun yanında yer alan Ataç’ın büyük payı vardır. O, şaşmaz yargılı bir eleştirici olarak düşünceleriyle ve ince duygulu bir sanatçı olarak yazılarıyla dilimizin özleşmesine, gelişmesine hizmet edenlerin en büyüklerindendir."
TV’de, Ömer Asım Aksoy'un Ataç'la ilgili konuşması sıkıdenetime (sansüre) uğradı, ama Sami N. Özerdim'in konuşması pazar günü 12.45’te yayımlandı. Gelgelelim, izleyenler konuşmayı kimin yaptığını bilmediler. Çünkü, Sami N. Özerdim konuşuyordu, ama adı açıklanmadı. Sami N. Özerdim, konuşmayı adsız olarak yaptı. Onun da adını çıkarıvermişlerdi. Konuşmayı izleyen Turan Erol, Sami N. Özerdim’e telefon etti;
Konuşmayı yapan sensin, adın niye yok?
Özerdim, kendi deyişiyle gerçekte kuru bir konuşma yapmıştı. Özetle şöyle dedi başlarda
“Ataç 23 Ağustos 1898’de İstanbul’da doğdu. Hammer Tarihi’nin ünlü çeviricisi Ata Bey’in oğludur. Kültürlü bir aile çevresinde yetişti. Düzenli, bir öğrenim görmedi. Bir Fransız aydını kadar Fransızca bilir, eski şiirimizi uzmanları kadar tanırdı. Kendi kendisini yetiştirmişti. Kimi zaman Fransızca, kimi zaman edebiyat okuttu. Bir an İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nda Fransızca rektörlüğü yaptı. Son resmi görevi cumhurbaşkanlığı çevirmenliği idi, bu görevinden 1952’de emekli oldu. 1951'de seçildiği Türk Dil Kurumu Yayın Kolu Başkanlığını ölümüne değin sürdürdü. Ama onun asıl mesleği yazarlıktı…”
Sami N. Özerdim, konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
“…Eleştirilerini öznel sayanlar de olmuştur. Oysa dosdoğru söyleyen, hatıra gönüle bakmayan bir eleştirici idi. Yenilik edebiyatında bir itici güçtü. Burada küçük bir örnek vereceğim: 1940’larda yazdığı bir yazıda, genç ozanları aşk şiiri yazmaya özendirmişti. Gerekçesi de her konuda şiir yazıldığı halde aşk şiiriin bir eksiklik gösterdiği idi. Gerekçesinin özü de şu idi: 'Aşk her insanda bulunan bir duygudur, demek ki bizim başkalarını anlamamıza hizmet eder.’ Belki de şiirin kuruluğa yönelmesinden kaygılanmıştı...
Güçlü Fransacasıyla yalnız Fransa edebiyatını değil, Batı edebiyatlarının tümünü de tanımış olan Ataç divan şiirini bütün ayrıntılarıyla bilirdi. Belleği çok güçlüydü. Örneğin Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun adlı mesnevisini, Kızılay'dan başlayarak Ulus'a değin yanındakilere okurdu…”
TV’yi eleştirdim, ama ölümünün 30. yıldönümünde Ataç’ın anılmış olması da bir şeydi. Buncağız (dokuz dakikalık) izlenceyi düzenleyen Nilgün Suna’yı, kutlamak isterim. Cumhuriyet dışında hiçbir gazetede Ataç olayına değinilmedi!...
Sami Özerdim, Ataç’ın güçlü belleğiyle ilgili bir olayı anlattı “Ankara Notları”na, şöyle: Halit Fahri’yle (Ozansoy), Ataç, adadan köprüye gelirlerken Halit Fahri, Ataç'a :
Dün gece bir hicviye (taşlama) yazdım, okuyayım! der. Ataç:
Oku bakalım! deyince, Halit Fahri, Ataç’ı taşlayan şiiri okur.
Halil Fahri der Ataç, bu vaktiyle Akbabada çıktı! Senin değil bu...
Nasıl olur? Daha dün gece yazdım!
İstersen okuyayım!
Ataç, Halit Fahri’nin "yazdım” dediği taşlamayı bir solukta okur. Halit Fahri deliye döner...
Sami Özerdim’e Ataç’ın anlattığı bir olay; Ataç, Gaziantep'te bir konuşma yapar; konuşması sürerken, Zülfikar adında bir edebiyat öğretmeni:
Ruhsuz konuşuyor! diye bağırıp salonu terk eder.
Ankara'ya dönüşünde, basılan yeni kitabını, ona şu ithafla gönderir:
Beni en iyi anlayan Zülfikar Beyefendiye!
İslam Ansiklopedisi yeni çıktığı sırada, Akba Kitabevi’nde, bundan bir tane Celal Bayar’a vermek isterler, Bayar:
Bir Türk Ansiklopedisi çıkarsa okurum! diye almaz.
Ataç, Fuat Köprülü’ye, olayı anlatmadan:
İslam Ansiklopedisi’ni okumayan kimdir? diye sorar. O da “…..tir!” der. Ataç da Celal Bayar'ın, Akba'da söylediklerini aktarıverir!
Mehmet Akif’le ilgili sert eleştirileri vardı Ataç’ın:
Mehmet Akif, söz söylemesini bilmez! "Buradan kapıya gidiyorum" diyemez, İşte, "Kalkarım, takla atarım, yuvarlanırım, ondan sonra kapıya varırım" der..
Atatürk'ü çok seven, devrimlerini savunan Ataç, onun putlaştırılmasına da karşıdır. Bir konuşmasında:
Bana Atatürk'ten özdeyiş filan getirmesinler! der. "Dogma”lara kesinlikle karşıdır..
Sami Özerdimler’in, Ömer Asım Aksoylar’ın Ataç'la ilgili pek çok anıları vardır. Bunlar yazıya dökülse ne güzel olur. Sami Özerdim, birkaç anısını anlattı. Biri şöyle:
Radyoda çalışan gösterişli bir hanım vardı, böyle boylu poslu filan; radyodan Ataç’la birlikte çıkmıştık. Hanım, selam verdi bana. Radyoya ben daha sık giderdim, beni tanıyordu. Ataç bana döndü, şöyle dedi:
Böyle bir kadın, insana bakarsa ne dur?