Eyüp eski Savcısı Selçuk Bengü, Ankara Notları’nı izleyenlerin yabancısı değildir; ondan birkaç kez söz edildi. Son kez, Selçuk Bengü’nün başından geçen bir öyküyü aktarmış, “Türkçe diye bir dil var mı?" başlığıyla yayımlamıştım. Şimdi, bir başka öyküyü anlatayım. Şöyle yazıyor mektubunda Selçuk Bengü:
"Kardeşim Ekmekçi,
Beni tanırsın. Hani, Hadım'daki külot pantolonlu, çizmeli uzun adam. Hem avcı hem savcı (öğretmen dostlarımız Durmuş Demiray ile İlhan Ünsal’ın deyimiyle). Ve bir süre önce bir yazında benden söz edivermiştin.
Şimdi emekliyim ve avukatım. Yazılarını zevkle okuyorum. “Vay Öğretmenin..." başlıklı yazını okurken “doçent" sözcüğü başımdan geçen bir olayı anımsattı. Anlatıvereyim:
1954-1955 yıllarında Yusufeli ilçesinde yetkili C.Savcısı idim. Bir akşam o yörelerin tipine uygun düşmeyen yerli turist kılıklı bir adam çıkageldi. Ben, iki doktor kulüpte laflıyorduk. Kendini tanıştırdı. İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümünde doçentmiş. O bölgenin sürüngenlerini incelemeye gelmiş. Masama aldım. Bize yılan, çıyan, semender vs. ile ilgili bilgiler verdi. (Berde avcılık var ya) çok ilgilendim, birkaç gün dediklerinden topladık. Çok memnun oldu. Fakat dönüşte ormandan atla dönmek istedi. Bir atla bakıcısını sağlayıp yolcu ettim. Aradan 2-3 gün geçti. “Meto" köyü muhtarı telaşla beni telefonda aradı. Doçentin kimliğini, onu tanıyıp tanımadığımı sordu. Gerekeni söyledim ve işi önemsemedim.
İstanbul'a izinli geldiğimde doçente (adı Muhtar Başol) ziyarete gittim. Anlattı:
Dağda onu jandarmalar yakalamış. Adamcağız sırılsıklam ıslanmış. Muhtarın odasına kapamışlar. Sonunda muhtar gelip sorguya geçmiş:
Necisin, adın ne?
Söylemiş doçent:
Hocayım; demiş.
Sen ne biçim hocasın? Bu yılanla, çıyanla büyü mü yapıyorsun deyince, bizimki:
Ben öyle hoca değilim, doçentim... der demez, muhtar çok kızmış:
Zaten doçentlik komünizmin bir koludur, bir de utanmadan itiraf ediyorsun ha demiş. Sonra at sahibiyle doçent (Muhtar Başol) benden söz etmişler, o zaman muhtar:
O genç sarışın savcı mı? Daha dünkü çocuk. Ben senin gibi az mı doçent yakaladım. Ama, bir kez de kendisinden öğrenelim... diyerek telefon etmiş. Fakat, telefon gelinceye dek de bizim doçenti bir hayli hırpalamış..."
* * *
23 Aralık’ta Köyceğiz’de yapılan belediye başkanlığı seçimleri bitti artık derken, bitmemiş daha. Seçimleri Doğru Yol Partisi adayı kazanınca, yenilgi ağrına giden ANAP, seçimlere itiraz etti, şu gerekçeyle, özetle:
Efendim, Doğru Yol Partisi, seçimlere girmek için gerekli koşulları yerine getirmemiştir. Bu parti, büyük kongresini yapmamıştır.
Evet doğru, DYP büyük kongresini yapmadı. ANAP da yapmadı henüz. Ancak, ANAP'ın Mecliste grubu olduğu için, koşullardan hiçbirini yerine getirmese bile, grubu olduğundan seçimlere girebilir. SODEP de büyük kurultayını yapmış. O da girebilir.
Peki, 25 Mart 1984’te yapılan yerel seçimlere DYP girdi, Köyceğiz'de de kazandı. Belediye başkanı kalp durmasından öldüğü için, Köyceğiz’de seçimler yinelenmişti.
23 Aralıkta, 25 Mart'ta girip, 23 Aralık’ta giremezse, ya da 23 Aralık seçimleri iptal edilir, seçimler bir kez daha yinelenirse ne olacaktı?
Yasada bir geçici maddede, 25 Mart yerel seçimleri ile ilgili hakkın, bir kereye özgü olmak üzere tanındığı belirtiliyordu.
Konu, itiraz gele gele sonunda Yüksek Seçim Kurulu'na geldi. Şimdi Yüksek Seçim Kurulu, durumu inceliyor. Kurul, DYP'li başkanla. DYP'nin savunmalarını istedi...
7 Ocak 1985, Cumhuriyet