DGM önünde, çarşamba günü. Haydar Kutlu’yla, Nihat Sargın'ın duruşmalarını izleyebilmek için çırpınırken anlattı Zülfü Livaneli, Örsan Öymen'le ilgili öyküyü.
Olay. Köln’de geçmiş, Örsan Öymen. şifreli bir çanta almışmış, Örsan, şifreli çantada çok önemli belgeler taşıdığını. Ağca’yla ilgili bilgilerin bu çantada olduğunu söylemiş. Zülfü Livaneli:
Peki, demiş Örsan'a. Şifreyi unutursan ne olacak? Çantayı da açamazsın, senin belgeler bir işe yaramaz!
Unutmam demiş Örsan, Çünkü şifrenin bir kanadı 141, bir kanadı 142...
DGM'ye daha önceden başvurulmuş, duruşmanın daha büyük bir salonda yapılmasının sağlanması için. Yetkililer, kös dinlemişler. Dünyanın dört bir yanından gelmiş hukukçular, aydınlar, sanatçılar, DGM binası önünde kalakalmalardı. Varlık Özmenek’e:
Kabahat Bülent Bey'in! dedim. Toplantı salonunu daha büyük yaptırsaydı ya bugünleri düşünüp!
Ne ilgisi var abi, dedi Varlık, gülmekten kırılıyordu...
DGM'nin çalıştığı salon, 12 Eylül öncesinde, CHP Genel Merkezi'ydi. Parti kapatılınca, mallarına el konmuş, CHP Genel Merkezi'ne de, DGM ile İdare Mahkemesi taşınmıştı.
Theodorakis. Zülfü Livaneli'nin, daha önce güvenlik görevlileriyle konuşması sonucu, duruşma salonuna girebilmişti. Kimi milletvekilleri, bu arada. Yeşiller'in milletvekillerinden Karitas Hensel girebilenler arası odaydılar. Yaşar Kemal dışarıdaydı. O:
Ben 38 yıllık gazeteciyim, basın karlım var, beni niye içeri almıyorsunuz? diyor, bir sonuç alamıyordu... Arkadaşlarına da şöyle diyormuş:
Ben Mustafa Ekmekçi'nin yanından ayrılmadım. O, Ankaralı gazetecidir, nasıl olsa o girer, arkasından da ben girerim, diye!...
Sonra anlattılar, DGM'den bir sava, oldukça da şişmanmış, - Nusret Demiral mı acaba?- bir komisere sert bir biçimde buyuru- yormuş:
Herkesi merdivenlerden aşağı indirin. Kalabalığı iki yan sokağa sürün...
Kandıralı olduğunu söyleyen komiser:
Merdivenlerden aşağı inin, burada kimse durmayacak! diyordu. Yaşar Kemal'e takıldım:
Hani sen Kandıralıydın, bak komiser seni tanımıyor bile!
Sıdıka Su, Sadun Aren. Uluslararası Af örgütü Türkiye Temsilcisi Helmut Oberdieg, Belçika'da Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Sözcüsü Mehmet Ali Yurttagül, Doğu Perinçek, Akın Birdal, Alila Aşut, Muzaffer İlhan Erdost, Haldun özen, Grekler, savunmanların çoğu içeri giremeyenler arasındaydılar. Savunmanların bir bölüğü içeri girdiklerinde, Askeri Savcı Yüzbaşı Ülkü Coşkun'un sert çıkışıyla karşılaştılar. Ülkü Coşkun, görevlilere, savunmanları göstererek:
Arayın bunları! diye bağırıyordu. Savcı yüzbaşının “arayın" dedikleri arasında Halit Çelenk de vardı. Savunman Atila Coştu.’
Burası mahkeme, biz aratmayız, sizi arıyorlar mı? diye sordu.
Arıyorlar!
Hayır, aramıyorlar sizi. Biz de aratmayacağız, kendimizi. Burası mahkeme! Biz avukatız, hukukçuyuz...
Savunmanların üstlerinin aranmasından va2 mı geçilmişti? Ülkü Coşkun bu kez:
Kimlik bakın! diye bağırdı. Nedense, öfkeli, bağıra, çağıra konuşuyordu...
Olaylar, dünya basınının, dünya kamuoyunun gözleri önünde olmaktaydı. Daha yargılama başlamadan olup bitenler, Türkiye ile ilgili olarak yabancılara, dosta düşmana bir izlenim vermeye yetiyordu...
Siz misiniz, duruşma izlemeye gelenler? Biz size bir eziyet edelim de görün' diye düşündürmek istememişlerdir herhalde! Çünkü Türkiye, bu denli kötü tanıtlamaz. Çünkü, böyle tanıtanlar, derhal görevlerinden alınır, kızağa çekilir, öfkelerini başka yerlere saklamaları istenir...
Böyle bir duruşmaya. Haydar Kutlu’yla, Nihat Sargın'ın elleri kelepçeli getirilmeleri de yanlıştır. Kaçacak olanlar kelepçelenir; bunlar ayaklarıyla gelmişler tıpış tıpış. Tutuklu yargılanmaları da, dünya hukukçularının gözlerinden kaçmadı. Kamu görevi yapanlar, bun- lan da düşünürler diye geçirdim usumdan...
İçeri giremeyenler, dışarıda alkış tutarak olayı protesto ediyorlardı. Prof. Dr. Klaus Lıebe-Harkott, “Ben DGM önünde gördüğüm muameleyi protesto ediyorum" diyordu. Herkes, izlenimlerini anlatıyor, gazetecilere demeçler veriyordu....
Öğleden sonra. DGM'ye, bir daha gittim Savunmanlar, "protesto" ederek, duruşmaya girmemişler, içeriye birkaç temsilci arkadaşlarını göndermişlerdi. Bu kez, içeri girebildim. Paris Barosu’nun Başkanıyla, Fransa'dan gelen savunmanlar içeri girememişlerdi. Savunman Halit Çelenk. DGM Başkanı'na şunları söylüyordu özetle:
“Savunma hakkı insan haklarının başında gelir. Bu hak, binlerce yıl süren toplumsal gelişmelerden sonra kazanılmış ve uluslararası belgelerde, anayasalarda ve yasalarda yer almıştır. Temel haklar arasında bulunmaktadır. Ceza Yargılama Usulü Yasası'nın 136. maddesi, sanığa, bir ya da daha çok avukata vekâlet verme hakkı tanımıştır. Yasa, avukat sayısında bir sınırlama getirmemi tir. DGM Yasası'nda da böyle bir sınırlama yoktur Bu davada vekâlet eden avukatlardan bir bölümü duruşma salonuna alınmış, salonun küçüklüğü nedeniyle çok sayıda avukat mahkeme binasının dışında kalmış ve salona girememiştir...
Türkiye'nin dört tarafından gelen beş yüze yakın avukat bu davaya, bir kalabalık oluşturmak için değil, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü savunmak amacıyla katılmışlardır. Bu koşullarda avukat arkadaşlarımızın savunma görevini yapma olanakları yoktur..."
Halit Çelenk'in. daha geniş bir salonda duruşmanın yapılması isteği mahkemece reddedilince. Çelenk, yargıca “Biz de duruşma salonunu terk ediyoruz" dedi. Halit Çelenk, M. Ali Aybar, Erşen Şansal. Veli Devecioğlu. Bahri Bayram Belen ile Necla Fertan'ın duruşma salonundan ayrılmalarından sonra, Savcı Yardımcılarından Askeri Savcı Yüzbaşı Ülkü Coşkun, iddianameyi okumaya başladı. Dışarıda içeri giremeyenlerin alkışları sürüyordu. Ülkü Coşkun’un yüzü kül gibiydi. Keskin bakışları, hafiften kısılmış gözlerinde okunuldu. İddianameyi yer yer atlayarak okudu. 91. sayfaya gelince başkan duruşmayı, “zorunlu nedenlerle" 17 haziran cuma günü saat 09.00'a bıraktı...
Duruşmadan çıkınca, savunman Haşan Bakırcı:
Sayın Ekmekçi. Haydar Kutlu-Nihat Sargın davası da domuzlara fark attı! Artık yazarsın değil mi? diye soruyordu...
12 Haziran 1988, Cumhuriyet