Türkçesi...

İstanbul’dan, savunman Hüsamettin M. Hakdiyen mektubunda, "Dil Derneği"nin başına gelenlere değiniyor; şöyle diyor özetle: (Bazı sözcükleri ben Türkçeleştirdim)
“Dil Derneği”nin serencamını gerek yazılamazdan, gerekse gazete haberlerinden esefle öğrenmiş bulunuyorum.
Yurdumuzda kamu kuruluşlarına paralel çeşitli dernekler faaliyet halindedirler. Hal böyle iken 'Dil Derneği'nin çalışmasının Valilikçe durdurulması, yasalarımıza, uygulamaya aykırıdır.
60 günlük süresi içinde İdare Mahkemesi'nde açılacak davayla valiliğin haksız-kanunsuz işleminin iptal olunacağını düşünürüm. Bu noktada bir görev verilmesi halinde, onurla bunu üstleneceğimi ifade etmek isterim.
Valiliğin kararları bence ikinci derecededir. Asıl mesele, Atatürk'ün vasiyetinin iptal olunmuş bulunmasıdır.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde vakıflar fazlasıyla gelişmiştir. Padişah, istenmeyen bir kişinin önce boynunu vurdurmakta, sonra mallarına elkoymaktaydı. Oysa, Osmanlıların en güçlü zamanlarında bile vakıflara el atmaya cesaret edilememiştir. Vakıfların boy atmasının nedeni malların güvence altına alınmasıdır.
20. yüzyılda, çağdaş ülkelerin arasında bulunma iddiasındaki Türkiyemiz’de ve hem de büyük Atatürk'ün kalıtları, yine Atatürkçülük örtüsü altında iptal olunabilmiştir.
Devlet hiçbir devirde özel hukuk kurallarına göre kurulmuş vakıflara el uzatamamıştır. Böyle bir tasarrufun yasalara saygıyı azaltacağı, vatandaşları düşünceye sevkedeceği açıktır.
Ne var ki, milletin vekilleri olduğunu iddia edenlerce verilecek bir yasa önerisiyle, Atatürk'ün vasiyetinin eskisi gibi kurulacağına, devamının sağlanacağına inanılmaktadır. Belki de bu ham hayaldir. Ne var ki, hayallerin de gerçek olacağını düşünmek bir tesellidir. Saygılarımla."
* * *
1950 mayısında iktidara gelen Demokrat Parti, ilk olarak, ezanın Arapça okunabilmesi yasasını çıkardı. O güne dek, ezan ile kametin Arapça okunması yasaktı. Mecliste, bir avuç kalan CHP’liler, çok bir ses çıkaramadılar. Cemal Reşit Eyüboğlu'nun, CHP grup sözcüsü olarak, Mecliste yaptığı konuşmayla karşı çıkacaklarını belirten sözleriyle kaldı muhalefet tepkisi, iktidara gelen Demokrat Parti neye uğradığını şaşırmış gibiydi. İleriki yıllarda, Başbakan Adnan Menderes, DP grubunda. "Siz hilafeti bile getirebilirsiniz" diyecekti.
Ezanın Arapçalaştırıldığının hemen ertesindeydi. Ankara'da, aydınlar çevresinde şu taşlama dilden dile dolaştı:
“Bugün ezan haberci ses/Yarın harfler öbürgün fes./Arkasından çarşaf kafes/Yaşa be Adnan Menderes!
Allahübes baki heves/Sadr-ı Azam oldu Menderes!"
Allahübes baki heves, “Tanrı demek yetişir, ötesi hevesten başka bir şey değildir" demek...
Bu taşlamanın, Ataç’ın olduğu söylenir. Sorduklarım arasında, Sami N. Özerdim, "Bilmiyorum, duymadım ama olabilir. Ataç, böyle taşlamaları yapardı" dedi. Ömer Asım Aksoy, "Ataç’ın olsaydı, ondan duyardım, hiç duymadım" yanıtını verdi.
Kiminse, çok ileriyi görmüş bir kişiymiş, taşlamayı yazan. Tümü gerçekleşti; son olarak Arap harflerinin liselerde öğretilmesi de gündeme geldi. Gelebildi.
12 Eylül'den hemen sonraydı, 1981 Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı ya, tuttum, "Türkçe ezan" konusunu ortaya attım. Araştırmalar, yazılar, çiziler... Ezanın Türkçe okunabilmesi, okutulabilmesi Atatürk'ün yüzüncü yılına en büyük armağandı, ayrıca 12 Eylülcüler, Atatürkçülüğü kimselere bırakmıyorlardı. Tercümanlar, başta Ahmet Kabaklı’sıyla saldırılara, sövüp saymalara başladılar
Ezan Türkçe okunsa, camiye gidecek misin? A dinsiz imansız! diye soruyorlardı...
Aldırmıyor, doğru bildiğim yolda gidiyordum. Bir gün Genelkurmay Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’ndan bir yasak kararı çıktı; Türkçe ezanla ilgili tartışmalar, yazılar yasaklanmıştı. MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık'ın Basın Danışmanı -şimdi amiral- Salim Dervişoğlu:
Sayın Ekmekçi, üzülmeyin. Ezan yazılarının yasaklandığı iyi oldu, çünkü gericiler size çok sövüyorlardı. Yasakla sövgülerden kurtuldunuz! Diyordu.
12 Eylülcüler hep öyle yaptılar. Yasaklayarak, işleri yoluna koyacaklarını sandılar! Her yasakta, birileri zil takıp oynadı! Türk Dil Kurumu kapatıldığında gericiler. Türk dilinin özleşmesine karşı olanlar nasıl sevinmişlerdi anlatamam...
Eski yazının liselerde okutulması konusunda Nazlı Ilıcak ne diyordu; efendim liseden sonra, Türkolojiye gitmek isteyenler olabilirmiş, nesi varmış? Kötü mü olurmuş! Bak, bak, bak; içinin yağı nasıl eriyor! Nasıl döktürüyor...
19 mayıs günü yayımladığım "Bursa Konuşması" çıktıktan sonra, çıt çıkmadı. Uzun yıllar tartışılmış, mahkemelere düşülmüştü oysa. Ezanın Ulucami'de Arapça okunması üzerine, Mustafa Kemal, taa İzmir’lerden gelerek olayın üstüne gitmiş, sanıkların salıverilmesini kararlaştıran yargıca, savcıya, işten el çektirilmiş, müftü görevinden alınmıştı. Mustafa Kemal, gazetecilere “Bu, bir din meselesi değil, dil meselesidir" demişti. Adalet Bakanı ile İçişleri Bakanı olay yerine gelmişler, soruşturmaya başlamışlardı, İçişleri Bakanı, Şükrü Kayadır. “Bursa Nutku" olarak tarihe geçen konuşmayı, Şükrü Kaya'nın Anadolu Ajansı bülteninden çıkardığı söylenir. Herkes ölmüş, gitmiş; kime sorayım bilmem ki!
Cemalettin Şenocak'ın "İslamın Aynasında Türkiye" adlı yapıtı geldi. Şenocak, kitabını gönderirken "Sayın Ekmekçi, içindesin" diye yazmış. "Ankara Notları"ndan da alıntılar yapmış anladığım. Asıl dikkatimi çeken Rıza Çiloğlu'nun Kuran'ın manzume biçiminde öztürkçe çevirisi oldu. Yapıtın adı: "Tanrı Buyruğu Oku." Rıza Çiloğlu, yapıtta Arapça sözcüklerin karşılıklarını şöyle vermiş:
Allah: Tanrı, Rab: Sahip, iye, Kuran: Oku, Sure: Bölüm, Ayet: Kanıt, delil, Peygamber: Yalvaç, elçi, haberci, ulak. Cennet: Uçmak, Cehennem: Tamu, Melek: Gökçe...
Rıza Çiloğlu, açıklamasının sonunda şöyle diyor:
“Din kişisel vicdanla ilgili bir olaydır. Dinine esas olan kitabı düşündüğü ve konuştuğu bir dille okuyup anlaması her insan için ihmal edilmeyecek bir gerekliliktir.
Türkçe okuyan her kişinin okuduğunda kavrayıp anlayabileceği bir yapısı olan ve bu özelliğini aslından alan “Oku" böyle bir çeviri ile sosyal hayatımızı etkileyecek kültürel görevini araçsız ve noksansız olarak kendisi yerine getirecektir."
"Oku", "Şükran" bölümüyle başlıyor; "Sığır", “İmran Soyu". "Kadınlar", "Sofra", "Hayvanlar': "Doruk", "Ganimetler »: "Tövbe", "Yunus". “Hud", "Yusuf', “Gök gürültüsü: "İbrahim"... diye gidiyor.
Rıza Çiloğlu'nun çevirisini, tutucu Türk Dil Kurumu’nun yöneticileri alıp okuyabilirlerse okusunlar. Bir Kuran çevirisinde Türkçenin ne güzel kullanılmış olduğunu görsünler!