Türk insanı Nasıl Horlanıyor?

Ferda Güley'le, Anayasa Taslağı üzerindeki konuşmamız oldukça uzundu. Konuşmanın büyük bir bölümü, yer darlığı nedeniyle, Cumhuriyette yayımlanamadı. Bu emek ürünü çalışmanın bir bölümünü “Ankara Notları”nda okurlara duyurmak istedim. Ferda Güley, şöyle dedi:
“Taslağın sistemi”, yarınları aç bırakmak, sadece “bugünleri doyurmaktır. Taslak, gerekçesinde de değindiği gibi, yalnız 1961 Anayasasını ve bu Anayasanın yürürlükte bulunduğu dönemde işbaşına gelen yöneticileri değil, açıktan değinmeksizin “Türk insanı”nı da suçlu bulmaktadır. Tüm kesim ve kesitleriyle, tüm kurum ve kuruluşlarıyla, tanrı göstermesin, bu taslak baştan sona değiştirilmeden anayasallaşmış olsa. Atatürk'ün Türk ulusuna en değerli armağanı olan “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk ulusunundur” vecizesi Meclis duvarlarında ve metnin beşinci maddesinde bırakılmış olsa bile bu ulusal iradeye saygı ilkesi “Egemenlik kayıtsız şartsız sorumsuz Cumhurbaşkanında” anlamına gelecektir.
1682 Anayasa Taslağının “Türk insanı”nı nasıl horladığını, “Türk insanı”na nasıl suçlayan ve güvenmeyen bir gözle baktığını birkaç örnekle kanıtlamak isterim!
1961 Anayasası 14'üncü maddesinde, “Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz” demektedir. Taslakta ise kişi dokunulmazlığı ile ilgili bu hak şöyle düzenlenmiştir: “Kimseye işkence yapılamaz”. Nerede “eziyetler?” “Eziyet” yapılabilir demek değil midir bu? Eğer 1961 Anayasasında bu sözcük bulunmasa, taslak tarafından çıkarılmasa böyle bir yorum doğaldır ki yapılamazdı. Ama şimdi rahatlıkla yapılabilir.
1961 Anayasası “çalışma hakkı ve ödevi”ni düzenleyen 42’inci maddesinde “angarya yasaktır. Memleket ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı anlarda vatandaşlık ödevi niteliği alan beden veya fikir çalışmalarının şekil ve şartları demokratik esaslara uygun olarak kanunla düzenlenir” demektedir. Şimdi bir de taslağın 1961 Anayasasındaki haklara açıklık getirdiği savıyla hazırlanan 17'inci maddesine bakalım. Madde 17 — Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır. Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere tutukluluk, hükümlülük ve şartlı salıverilme süreleri içindeki çalıştırmalar askeri nitelikte olan veya askerlik görevi yerine geçen hizmetler, ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları zorla çalıştırma sayılamaz.
“Türk insanı” 1982 Anayasa Taslağında demokratik olacağı da kaydedilmeyen bir yasa ile, kıskıvrak bağlanıp zorla çalıştırılmak istenmektedir. Tutuklusu ila, hükümlüsü ile, şartlı salıverilmesi ile.. Taslak bu maddesiyle devletin eline sanki bir kırbaç vermekte ve “ben şu işleri yapmam vatandaşlık görevi sayıyorum, sen say masan bile, haydi bakalım işe koyul, yoksa...” demektedir.
Kişinin dokunulmazlığı, devredilmez, vazgeçilmez en kutsal hakkı kuşkusuz yaşama hakkıdır, 1961 Anayasasının 14'üncü maddesinde bu hak saygılı ölçüsü içinde güvence altına alınmıştır. 1982 Anayasa Taslağının 16'ıncı maddesinde de bu kutsal hak vardır. Ancak yine maddeye açıklık getirmek savıyle şu fıkra eklenerek:
“Öldürme fiili, kuvvete başvurmayı zorunlu kılmış olan meşru müdafaa, yakalama ve tutuklama kararlarının verine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, olağanüstü ya da sıkıyönetim hallerinde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sebebiyle meydana gelmiş ise birinci fıkra hükmü ihlâl edilmiş sayılmaz.”
1982 Anayasa Taslağı, “insan”ın en kutsal hakkı olan yaşama hakkını “Türk insanı”ndan yetkili merciin verdiği emirlerle kolayca koparıp alabilmektedir. Kimdir olağanüstü ve sıkıyönetim hallerinde bu yetkili merci? O merci ki bir hakimin kararını uygulamayacak, silahına sarılarak veya silahlılarına emir vererek bu kutsal hakkı “Türk insanı”nın elinden alacak? Bırakınız çağdaş anayasaları, anayasa adını taşıyan dünyanın hangi bölgesinde kendi vatandaşları için böyle yaşama ucuzluğu reva görülmüştür?”
Ferda Güley, sözlerinin sonunda, “Hiçbir ilgisi yok ama, görüşlerimdeki acılığı biraz olsun azaltmak için 1950’li yıllarda “Dünya” Gazetesi'nde okuyup beğenip, anı defterime not aldığım Falih Rıfkı Atay'ın şu sözlerini “Cumhuriyet, okurlarına sunmak istiyorum” dedi. Şöyle yazmış Falih Rıfkı Atay:
“Diplomasına bakarsanız hukuk, zihniyetine bakarsanız medrese!
Kılığına, kıyafetine bakarsanız Batılı: başının içini yoklarsanız Doğulu!
Batılı ve Doğulu iki hukukçu arasında ne kadar da az görünüş var: ki vardır: Birincisi kitaba uyar, ikincisi kitaba uydurur, daha doğrusu birincisi kendisini kitaba, ikincisi kitabı kendisine uydurur.”