Turgut Bey le konuşuyorduk; konuşmanın sonlarına doğru, ona aldığım bir okur mektubundan söz etmiştim; okur bir bayandı. “b" ili cezaevinde yatan eşiyle görüşmede güçlüklerle karşılaşıyordu. Birincisi, süre kısaydı, ileri sürdüğüne göre, kimileri daha uzun süre konuşabiliyorlardı. Bir de, yakın akraba olmasına karşın soyadı tutmayanlar, görüşemiyorlardı içerideki tutuklularla, sanıklarla. Turgut Bey, şu karşılığı verdi:
Bilmiyorum. Kaidede bir değişiklik mi yapıldı, inceleyeceğim. Bir yönetmelik değişikliği mi oldu? Yoksa, oradaki zatın değişikliği mi oldu, onu bilemem...
Yeri gelmiş miydi, bilmem ya, ölüm cezalarına bir değinsem mi?
Ölüm cezaları, ardı ardına gelmeye beşledi. Hükümet olarak düşünceniz nedir?
ÖZAL — Vallahi bu, hükümeti değil, TBMM’yi ilgilendirir...
Bir de Arapça dersleri tartışması var, laikliğin zedelenmesi...
ÖZAL — Arapça dersleri okutulur, başka lisan da öğretilir. Birçok yerlerde öğretiliyor. Yani, bir lisan bilen bir adam, iki lisan bilen iki adam, üç lisan bilen üç adam, derler. Lisan öğretmenin hiçbir mahzuru yoktur. Bunun laiklikle de bir ilişkisi olmaması lazım. Laiklik meselesini maalesef, bazı çevreler yanlış anlıyorlar. Ben her zaman ifade ediyorum, Türkiye'de sistem oturmuştur. Ama bu sistem içerisinde aşırı birtakım insanlar da olur, yani her memlekette vardır. Gidin Amerika'ya bakın; öyle bağnaz, öyle tutucu çevreler var ki, ama o cemiyetin içerisinde yüzde biri, ikiyi üçü temsil etmiyor. Ve bir neticesi de yok onun. Ama bu insan cemiyetleri, netice itibarıyla toplum, hepsi de tornadan çıkmış adamlar olması mümkün değildir. Farklı düşünenler de olacaktır. Onları da kanunlar çerçevesinde yerine oturtmak lazım. Ama illa meseleleri hep böyle Türkiye'de umacı gibi göstermenin de faydası yok. Yani, bu bir nevi demokratik sistemin gelişmesine mani oluyor aslında, iyi baktığınız zaman. Hep böyle bir tabular çıkartıyoruz, koyuyoruz. Geçenlerde, bir misal vereceğim, bizim İstanbul Belediyesi ve parti teşkilatı da galiba, parti teşkilatı yahut, emin değilim, bir konser verildi... Açık hava konseri, Ali Sami Yen Stadında, yüz, yüz elli sanatçı müracaat etmiş, ancak kırkmı, ellisini çıkartabildiler. Ben da oraya gittim, üç, dört saat de kaldım. Tribünlerin büyük bir kısmı doluydu. On bin kişi falan vardı.
İyi haber verilse, belki yirmi bin kişi de olurdu, inanmayacaksınız yani, bir kere o sanatçılar, her türlü şeyden insan var; yani kahramanlık şeyi yapanlar da vardı, caz çalanlar da vardı. Oradaki insanlara baktım, cazı da alkışlıyorlar, öbürünü de alkışlıyorlar. Gençlerin durumu... "Türkiye, dedim, artık kendisi bir yola girmiş, artık bu yolu geriye döndürmek mümkün değildir.” ...Yani, o insanların durumuna bir baktığımız zaman, artık on beş sene evvelki, yirmi sene evvelki durum da değil. Yepyeni bir nesil var.
Bir şey gördüm, “Özal” mandalinleri, o nedir?
ÖZAL — Neymiş o?
Mandalinlerin arkasında “Özal” yazıyor!
ÖZAL — Ufak mandalinlere mi koymuşlar?
Ufak mandalinler, eski “Fahrettin Kerim”ler gibi...
ÖZAL — Ufak şekerler vardı, "Özal şekerleri" diye, onu gördüm ben. “Özal” mandalini dediğine göre, biz ondan reklam hissesi isteyelim!
Geçenlerde “Güneş"te bir demeciniz vardı, "Erken seçime gideriz yoksa...” diye. Bildiğim, erken seçimden yana değildiniz siz, şimdi bu "erken seçim” "parti içinde bir güçlükten mi doğuyor yoksa?
ÖZAL — Yok, hayır hayır. Bunu, erken seçime hemen şu anda gideceğimizden dolayı değil de, ben meseleyi şöyle aldım: Demokratik sistem, her zaman kendisini düzelten bir sistem olması lazım. Yani, demokratik sistem dejenerasyona doğru gitti mi, yerine başka şeyler geliyor. Biz buna müsaade etmeyiz. Bugün parlamentoda, veyahut da hükümet kurulunda birtakım Bizans oyunları oynanmaya çalışıyor ise, bunun en sağlıklısı bu yollara gitmeden, seçime gidip işi normale getirmektir. Onu söylemek istedim...
Öyle bir şey mi var?
ÖZAL — Hayır, öyle bir şey yok. Öyle bir şey düşünenlere bir ikaz mahiyetinde söyledim...
Yani, gözdağı gibi mi?
ÖZAL — Olabilir, öyle denir. Öyle denmez. Kim düşünüyorsa, öyle...
Belediye seçimlerinden sonra, partilerin durumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
ÖZAL — Ben grupta bu değerlendirmeyi yaptım, ama tabii yazılacak şeyler değil.
İsterseniz kapayayım teybi?
ÖZAL — Kapat, özel olarak söyleyeyim...
……………………………………………………………………………
Turgut Bey, neşeli görünüyordu. Kapıdan uğurlarken, göbeğini göstererek:
Bak, zayıfladım, inceldim! dedi.
Gerçekten, ceketin düğmeleri kolay ilikleniyordu. Benimkiyse, iliklenmiyordu, iyi mi?
Giysileri de yepyeniydi. Terziden yeni almış olmalı...
Nasıl zayıflıyorsunuz, böyle?
ÖZAL — Rejimle, yemiyorum spor yapıyorum...
Evet, eşofmanlı bir resminizi görmüştüm. Nerede yürüyorsunuz, Köşkün bahçesinde mi? Ben de Çankaya'da yürürüm, hiç sizi görmedim...
ÖZAL — Hayır, hayır evde, alette. Dışarıdan bir alet getirtip, onda çalışıyorum, zayıflıyorum...
12 Kasım 1984, Cumhuriyet