Turgut Bey güçlü mü, değil mi?.

Bu, “Ankara Notları”na, Avni Memedoğlu'nun önceki akşam gördüğüm sergisiyle girmek istedim. Ankara Sanatevi'ndeki sergide tanıdım Avni Memedoğlu'nu. Eşine:
Bak, yazılarını okuduğum Ekmekçi buymuş, dedi.
Nuri Memedoğlu, 1924 yılında Erzurum'un Taşkale ilçesinin, Taşagil köyünde doğmuş; yoksul mu yoksul bir ana babanın çocuğu. 1944 eylül ayında, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünün yetenek sınavına giren 80 aday arasında sınavı başarıyla kazanan 8 öğrenciden biri olur Memedoğlu. Sergide, Turan Erol:
Memedoğlu benim sınıf arkadaşım! dedi.
Leopold Levy, Avni Memedoğlu'nun resimlerini çok sever okuldayken, 1958'den beri, Ankara'da ilk sergisi bu, Memedoğlu'nun. Serginin adını, “Geçtiğim Yollar" koymuş. Helal olsun!
Çatıda ikinci konu, gardiyanların başına gelenlerle ilgiliydi. Adalet Bakanlığı'nda dürüst mü dürüst kişinin adı, Kemal Tekerek'ti. Onu yıllar önceden, adından tanır, saygı duyardım. Ceza ve tevkifevleri genel müdürlüğü yapmıştı. Son görevi, müsteşar yardımcılığıydı. İstanbul'da “Sağmalcılar" cezaevinde, bazı görevli gardiyanlar kendisine başvurarak, cezaevine esrar, eroin sokulduğunu, burada usulsüzlükler olduğunu ileri sürmüşlerdi. Tekerek, başvuranlara:
Siz merak etmeyin evladım, ben mayısta İstanbul'a geleceğim, her şey düzelecek! dedi.
Kemal Tekerek, İstanbul'a gidip olayları yerinde göremeden geçenlerde öldü. Sonra ne mi oldu? Kemal Tekerek'e de başka yerlere de başvurularda bulunan gardiyanlar, İstanbul'dan oldukça uzak yerlere nakledildiler. Olayın hem Bakanlıkça, hem İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca, hem de en yukarılara dek sıkı sıkıya incelenmesi gerek. Burası bir sivil cezaevi, olup bitenlerin baş sorumluluğu, Adalet Bakanlığı'na, onun üst görevdeki yetkililerine düşüyor. Haksızlıklar, usulsüzlükler varsa, onları düzeltemiyorlarsa görevlerinden çekilirler efendim. Kimse kamuyu ilgilendiren, adaleti ilgilendiren konularda:
Ne yapalım, o kadarına gücümüz yetmedi! diyemez.
* * *
“Özalla bir söyleşi..."nin, daha bazı bölümlerim vermeliyim, diye düşündüm. Konuşmamız sırasında Turgut Bey’in gerçekten güçlü olup olmadığım gözlemeye çalışıyordum. Yumuşak konuşuyordu, iyi ediyordu. Sıkı bir dönemden geçenler, bir yumuşaklıkla karşılaşınca biraz rahatlarlar. Bir rahatlık duyarlar içlerinde. Ancak Turgut Bey'i derinde öylesine rahat görmedim. Bazı sorulara yanıtında -satır arasında- bu anlaşılmıyor değildi Kenan Mortan, geçen hatta cumartesi günü. Cumhuriyet’te çıkan ekonomiyle ilgili bazı soruları yöneltti Turgut Bey, rahatça karşılıyordu. Topu aldım, sordum:
Yatırımları teşvik konusunda girişimler, yasalar var; bunları gerçekleştirirken nasıl bir sıralama düşünüyorsunuz? Köprü satışından tutun, madenlere dek, diyelim boraks ne olacak? Boraksı gelip bir Amerikalı kapattığı zaman, adam işletmezse, geri alınabilecek mı?
Şimdi bir kere her şey, üç tane metot getirdik biz oraya. Bir tanesi, geliri satar. Yani, devlet teşebbüsleri işletir, mevcutlar gelirini satar. O bir nevi gelir senetleri suretiyle, köprüydü, barajdı böyle yapılır. Bir şekli kiralama suretiyle, benim bir tesisim var “arkadaş, on beş sene müddetle kiraladım. Gel burada, şunları gözeterek işletmeni yap!” Madenler bile böyle yapılabilir, istenirse kiralanır, yapılır. Üçüncü şekil, hisse senetleri çıkararak devretme yolu. Devretme derken siz bir kısmına gene sahip olabilirsiniz. Bir kısmını da halka açarsınız vs. Tabii buna yabancılar da gelebilir, gelmesinde bir mahzur yok. Ama, her zaman şunu düşünmek lazım. Yani, hükümetler buna karar verecek. Yani, memleketin neyse faydasına, o kendisinin takip ettiği bir politika var; bizim maalesef, geçtiğimiz yıllarda hep şu nüans gelmiş: “Hükümetler aman yanlış yapmasın! Biz kaydı koyalım şuraya; sen şunu yapamazsın, bunu yapamazsın!" Yani bu, gâvur değil bu hükümet, bu hükümet de bu memleketi., esas yönetecek olan bu. Demek ki, biraz elini kolunu bağlamayın da, rahat karar verme imkânını bulsun. Elini, kolunu bağladığınız zaman, bu sefer yanlış yerlere gidiliyor; doğrusu serbest bırakmaktır.
Turgut Bey, Mortan'ın altın biriktirme olayından başlayıp, bankalarla noktaladığı sorusunu şöyle yanıtladı:
Onun için diyorum, bu bir zaman meselesi; onun için dışarıdakileri getirdik, görsünler, öğrensinler diye. Yani, bu rekabet olmadan, emin olunuz, birçok şeyler düzelmez. Ben sizinle rekabet etmeliyim ki, düzelteyim. Bakın bir misal daha vereyim, geçenlerde birisi söyledi, “Yahu, keççap da getirtilir mi?"... “Niye olmasın?" dedim, keççap gelecek, keçcap üreticisi Türkiye'de, tüketici bakacak, “Yahu, ne güzel ambalajı var, tadı da güzel! Bu pahalı, ama acaba biz bunu alamaz mıyız?" Şimdi üretici onu düşünecek, emin olunuz, ona göre de kendilerini ayarlayacaklar.
Bize ayrılan süre epey taşmıştı; düşünüyordum, Turgut Bey, seçim sonrası ellerini başının üstünde birleştirip, gövde gösterisi yaptığı gibi güçlü müydü? Bazı sıkıntıları olduğunu da biliyor gibiydim. Örneğin, örgütlenme işlerinde görevli olan bazılarından sıkıntıları olmalıydı. Kadrolaşmada ise, onlar egemen gibi miydiler? Sağmalcılar konusunu ele alabilecek mi? diye geçirdim içimden... Kapıya dek konuştuk, tam kapıda sordum:
Turgut Bey, en beğendiğiniz politikacı kim? İçeride, dışarıda olabilir...
Söylemem doğru olmaz! Anlamlar çıkarılır...
Ben size en beğendiğim gazeteciyi söyleyebilirim.
Sen söylersin, ben söyleyemem, doğru olmaz!