TRT ve Doğrama...

— İstanbul, dağınık bir yer. Bir yerden bir yere gidip, bir arkadaşınızı görüp dönmek, bir gününüzü alır. Arkadaşlar da değişik yerlerde oturuyorlar. Can Yücel bir yerde. İlhan Selçuk bir başka yerde..
Bunu Mengü Ertel söyledi. Gözüm mü korktu ne, hastalığımı da öne sürüp, bir yerlere gidemedim. Albay Sait Beylerin telefonu yok, nerede oturduklarını bilemiyorum; öyle tanımlamayla da bulamam. Emil Galip belli ki evinde yok, telefonu boşuna çalıyor. Abdülkadir Pirhasan’ı arasam, kalkıp gidemem ki...
Nahit hanım, Taksim’de otururmuş; sanatçı olup da Nahit hanimi bilmeyen var mıdır? Gelmiş geçmiş sanatçıların tümünün arkadaşı, dostu. Bir gün Can Yücel, bir gün Melih Cevdet, bir gün bir başkası orada. Asıl bildiğim, Orhan Veli’nin öğretmeni, arkadaşı. Muazzez Menemencioğlu götürdü Nahit hanımın evine.. Kendimi de birazcık toplamıştım.
— İşte Nahit hanım, dedi. Nahit hanım, bu da Ekmekçi..
Boynuma sarıldı Nahit hanım, kırk yıllık dost gibi. “Ankara Notları”nı izlermiş, her şeyimi biliyor. Bir görüşmemişiz...
Nahit hanımın soyadı Damar, Arif Damar’la evliydi. Ama, kimse onu Nahit Damar diye çağırmaz. “Nahit Hanım” der. Karşıda rafın üzerinde, Orhan Veli’nin alçıdan büstü duruyor.
Anılarını da yazmadı Nahit hanım, yazmayacak da belki. Can Yücel, babası Hasan Ali’yi, Orhan Veli’yi anlatmasını istemiş, “yazayım bunları” demiş. “Olmaz” demiş, Nahit hanım.
— Peki ama Nahit hanım, en doğrulan siz biliyorsunuz. Döneminizin sanatçılarını, onların yaşamlarını, özelliklerini kamuya yansıtmalısınız. Demek istedim, şöyle karşılık verdi:
— Evet, ben tanıyorum ama, bakalım benim bilgilerim en doğru bilgiler mi? Ya, ben yanlış biliyorsam?
Bir bilge gibiydi Nahit hanım. Nasıl da neşeli bir kadın..
Bir kişi daha tanıdım orada; Emine Engin. Asıl adı. Emine Tanrıkut ama, filmde Emine Engin olarak tanıtılmış. “Efe’nin Aşkı”nda, “Çığlık”da oynamış. Filmleri görüp görmediğimi anımsayamadım…
Nahit Hanım’la, Emine Hanım aynı apartmanda oturuyorlar. Karşılıklı yardımlaşıyorlar, arkadaşlık ediyorlar.
Sanatçıların, gençlerin zaman zaman içkilerini, yiyeceklerini yanlarına alıp evine gittikleri, söyleşiler yaptıkları Nahit Hanım’ın neşesini, sıcak havasını unutmayacağım..
Mengü Ertel’le, son gün Ümit Yaşar Galerisinde Cihat Özegemen’in sergisine, oradan Maçka Sanat Galerisi’ne gittik. Maçka’da Balkan Naci İslimyeli’nin sergisi vardı.
Öğle saatleriydi, Bedri Rahmi Galerisi henüz açılmamıştı. Bedri Rahmi Galerisi de, Ankara’da Levni Galerisini çalıştıranların. Galeriler de çok ters yerlerde, bir arada değil..
★★★
TRT’cilerin başına geleni İstanbul’da gazetelerde okudum. Çok üzüldüm. TRT açısından da, üzüntü vericiydi uygulamalar.
TRT kameramanlarından Okan Pelit, Sivil Havacılık Dairesinde bir göreve verilmiş. Okan Pelit’in başlıca zevki, bozuk kameraları onarmakmış. Kurum, onun bu yeteneği nedeniyle, dışarıya kamera onarımı için döviz ödemekten kurtulurmuş.. Bir arkadaş şöyle dedi:
— Bozuk kameralar şimdi, onarım için Almanya'ya gönderilecek, avuç dolusu döviz ödenecek bunlara..
Okan Pelit ise, Sivil Havacılıkta bir göreve atandığını öğrenince, arkadaşlarına:
— Gelecek göklerdedir! demiş.. Belki de yapılan yanlışlığın bir gün düzeltileceğini, geleceğinin aydınlığa çıkacağını düşünmüş olmalı...
TRT bu duruma, bir günde getirilmedi elbette. Geçmiş yıllarda olup bitenleri unutmam olası mı? Musa Öğün döneminde bir grup TRT’ci görevlerinden alındıkları zaman da böyle üzülmüştüm. O zaman kıyım demişlerdi. Şimdikine doğrama mı?
★★★
Cuma akşamı TV'de YÖK’le ilgili açık oturumu izlerken, bir şey gözüme çarptı; açık oturumun asıl konuşmacısı İhsan Doğramacı’ymış da, Öbürleri Doğramacı yalnız kalmasın diye gelmişler gibi göründü gözüme. Doğramacı, yasayı çizelgelerle, belgelerle anlattı, açık oturumu yöneten Ercan San’ın gözleri Doğramacı’daydı..
— Bir şey mi söyleyecektiniz Sayın Doğramacı?
— Hayır, birşey söylemeyecektim!
Fırat Üniversitesi Rektörü Mustafa Temizer’in adını ilk kez, YÖK’ün, MGK “İhtisas Komisyonu”nda yapılan tartışmaları sırasında duymuştum; Temizer, Üniversitelere birer cami yapılmasını önermiş, benimsenmemişi. Gerçekte Temizer, Elazığ’da üniversiteye koskocaman bir cami kondurmak için girişimde bulunmuş, ancak inşaatı henüz bitirememişti. Üniversite bütçesine cami için para konmasının, çok işine yarayacağını düşünmüş olmalıydı. Ahmet Kabaklı, imdada yetişerek bir iki yazı yazdı, camiye yardım için.. Üniversiteler, cami yaptırma derneği değildir!