Torbalıya giderken Müjdat Gezen'e uğradım; Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver'le bana imzalı kitaplannı verdi. Havaalanına giderken, Kızılay'daki Ali Uzun Şekercisine uğrayıp şekerimi aldım. Ver elini İzmir, oradan Torbalı. Birkaç gün dinlendim Torbalı'da. Torbalı'nın Belediye Başkanı Ertan Ünver yetenekli, çalışkan bir kişi. Siyasal yaşamda yabana atılmayacak görüşleri, düşünceleri, planları var. Bunları zaman zaman, SHP Genel Başkanı Hinthorozu Erdal Bey'e sunuyor. İlginç öneriler. Erdal Bey de ona gerçekten önem veriyor; tabandaki bir ilçe belediye başkanının gözlemleri, önerileri, geleceğin SHP’si için önem taşıyor da ondan. Ankara'da, SHP'den milletvekili seçilip gelmiş nicelerinden daha başarılı çalışmalar yapan bir Ertan Ünver, -daha nice Ertan Ünverler vardır ya, sesleri duyulmuyordur- SHP'de neden daha etkin görevlere gelemesinler? Bunlar başlarını kaldırıp “Bizler buradayız” dedikleri zaman, SHP işte o zaman iktidar yoluna girecek, partiye de, ülkeye de yeni ufuklar açılacaktır. Ankara'da "post kavgası” yapan birkaç kişinin, kıyakların ayakları işte o zaman suya erecektir...
Torbalı'da boş durmadım. Avcılar Derneği'nde Torbalı avcılara ‘ plaket” verilmesi töreninde bulundum, ölen avcılara da verildi plaket. Onların plaketlerini çocuklan aldı. Mehmet Kodaman'in ödülü oğlu Celal’e, Kemal Tetik'in ödülü babası Halil'e, Hüseyin Yener’in ödülü oğlu Muhsin'e verildi. Daha sonra avcılardan Hasan Kevlerioğlu, Asri Adalı, Bahri Şen, Muştala Gürbüz, Kadir Görgü, Kazım Biter (şimdiki Avcılar Derneği Başkanı), son olarak Ertan Ünver'e ödülleri verildi, ödülleri, Ertan Ünver. Kazım Biler, Akın Adalı ile Ahmet Öğüt (Deccal Ahmet) verdiler. Hüseyin Yener'in ödülünü de oğlu Muhsin'e ben verdim. Yaptığım konuşmada, domuzlar için "sürek avı” yapılmamasına, yavrulama döneminde domuz avcılığının yapılmamasına dikkat edilmesini söyledim. Hava da sıcaktı, o gün çok terledim...
Torbalı'da dün. Metropolis kazısının ikinci yılı törenleriyle kazıevinin açılış töreni vardı. O törene kalamadım. Metropolis kazısını 9 Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Recep Meriç yürütüyor. Büyük bir çaba.
Torbalı'ya yine döneceğim; Ankara'ya gelirken uçakta Ekrem Akurgal'ı, ODTÜ’den Jale Erzen’i, Grek gazeteci Yerasımos Zarkadis'i gördüm. Akurgal, Yerasimos'la ikimizi evlerimize bıraktı.
Torbalı'dayken, İnsan Hakları Derneği Kurultayı'nda Yürütme Kurulu üyeleğine seçildiğimi öğrendim.
Torbalı'ya giderken, usum düşüncem Binali Seferoğlu'nun oğlu Sinan’da kalmıştı. Sinan, 14 kişiyle birlikte, 25 ekimden bu yana. Siyasi Şube'nin “DAL” bölümünde işkencedeydi. Gazeteler ayaklarının kırıldığını yazıyorlardı. Binali Seferoğlu, Hacı TÖ'ye çektiği telgraftan sonra, DGM Başsavcısı Nusret Demiral'a da elden götürüp bir mektup veriyordu. Seferoğlu mektubunu şu tümcelerle bitiriyordu:
"... Oğlum, sizin emrinizle 25.10.1990 tarihinden beri DAL'da ve işkencede. Buna engel olmanızı, bağımsızlığı tartışmalı olan DGM mahkemesi önüne çıkarmanızı istiyor ve diliyorum. Unutmayın ki tarih çok acımasızdır. Gerçekleri mutlaka, ama mutlaka gözler önüne serer. Sizin de tarih önünde başınızı eğerek ezilip büzülerek çıkmanızı istemiyorum tarih önüne. Çünkü bu, size de bir yarar getirmez. Suç kavramı üzerinde de durmayacağım. Değişken ve rölatif bir kavram suç. Dün suç sayılanlar bugün sayılmayabilir. Tarih bunun tanığı. Ben de oğlumla aynı düşünmüyorum, dünyaya aynı bakmıyorum. Öğrencilerimin bir kısmıyla da öyleydi. Ama onların düşüncelerini özgürce söyleyebilmelerinden yanaydım. Yürekleri bu vatana hizmet etme aşkıyla, coşkusuyla doluydu. Bırakalım da bunları kanıtlasınlar. Onları çıkmaz sokaklara sokanlar başkaları. Onlara karşı en etkili silahımız, sevgimiz ve hoşgörümüz olmalı. Şiddet, şiddeti davet eder. Hukuku, hukukun üstünlüğü ilkesini işletir, adaleti en az yanılgıyla yaşama geçirirsek, barıştan, özgürlükten, halktan, eşitlikten yana bir Türkiye'yi kurmada hepimizin katkısı olur. Bu gençler de böyle bir ortamda, kendileri için daha güzel bir geleceğin ve geleceğe uzanan köprülerin temelini daha sağlam atarlar. Bir baba olarak, bir insan olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak size sesleniyorum ve diyorum ki, bu işkencelere ve zulümlere engel olun. Saygılarımla.”
Çok kişi gibi ben de merak ediyordum, "kurultaydan beri Deniz Baykal ne yapıyor” diye. Meclise pek uğramıyor, demeci de çıkmıyordu. Sesi, sonunda Karaman'dan geldi. Perşembe günü akşamüstü Silifke'ye giderken Karaman’a uğramışlardı Baykalcılar. Karaman'ın Baykalcı İl Başkanı Alaattin Işık, il merkezinde görkemli bir karşılama toplantısı düzenledi. Deniz Bey'in bu gezisi, bir çeşit "teşekkür” gezisiydi. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
Beni, Türkiye gazetesiyle Cumhuriyet gazetesi mahvetti!
Toplantıda, bir SHP’li, milletvekillerinin kıyak aylıklarını eleştirdi. Bir soru sordu:
Türkiye'de, asgari ücretle, milletvekilleri aylıkları arasındaki fark 36 misli; örneğin Yunanistan’da bu dört katı. Bu büyük bir çelişki. Ama maalesef. Meclisteki son milletvekilleri aylıklarını arttıran yasaya. SHP milletvekilleri de olumlu oy verdiler, desteklediler. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Baykal, buna şu karşılığı verdi:
SHP milletvekillerinin bir kısmı oylamaya katılmadı. Katılanlar ise 'ret’ oyu verdi. Ama malum, biz sesimizi duyuramıyoruz. TRT malum, bize kapalı. Basın ise olayı saptırarak veriyor. Ve şöyle diyor: "SHP milletvekilleri oylamaya katıldılar.” Katıldılar, ama ret mi verdiler, olumlu mu verdiler, bunu söylemiyor. Zaten basın son yıllarda büyük sermayenin egemenliğine girdi. Tahtakale patronları, yabancı sermaye, Londra'dan (Asıl Nadir'i kastediyor) gazeteler aldılar; Max- well. Murdoch ilgi duyup Türkiye'de gazete almak istediler. Türkiye'de bütün gazeteler holdinglerin eline geçti. Biliyorsunuz eskiden bu işi, aydın, mürekkep yalamış, matbaası olan, ailecek bu işe ilgi duyan insanlar yapardı. Habercilik yaparlardı, kültür hizmetleri yaparlardı. Şimdi basın bu işlevinden uzaklaştı. Daha çok ticari amaçlar peşinde koşan, kendi ürettiği veya başkalarının ürettiği malları pazarlayan pazarlama kuruluşları; hepsinden önemlisi, kendi çıkarlarının peşinde koşan kuruluşlar haline geldiler... Aslında milletvekili maaşlarının bugün için yeterli olduğu söylenemez, özellikle bizim gibi sol anlayışlı SHP'li milletvekilleri, milletvekilliğinden başka iş yapmıyorlar. Birçoğumuz borçlu durumdayız. ('O zaman biz size yardım edelim' sesleri)...
Deniz Bey, sözlerinin sonunda “Cumhuriyet”i gündeme getirdi. Şöyle dedi:
Kurultay öncesinde. Türkiye gazetesi ile Cumhuriyet gazetesi el ele vererek "Deniz Baykal'ın genel başkan olmaması için” kampanya yürüttüler. Ve bunda da başarılı oldular. Beni mahvettiler. (O sırada bir SHP'li "Sabah'tan ne haber, o da sizi destekledi” dedi.) Deniz Bey. "Size doyum olmaz!” dedi, kısa kesti. Kıyak profesörlük daha duyulmamıştı.)
Deniz Baykal konuşmasını yaptıktan sonra Erdoğan Yetenç, İstemihan Talay, Nizamettin Çoban, Adnan Keskin'le birlikte. Silifke Belediye Başkanı Baykalcı Feyyaz Bilgin'in çağrısına yetişebilmek için Karaman'dan ayrıldılar. Deniz Baykal, Bayındır İnşaat'ın lüks bir arabasıyla geziyordu. Karamanlı SHP'liler, Baykal'ın konuşmasından çok üzülmüşlerdi...
4 Kasım 1990, Cumhuriyet