Toplum İçinde Sanatçı...

18 Eylül 1982 günlü “Ankara Notları”na Suat Taşer'le girmiştim. Ankara'daydı, bir akşam damadı İlhan Kocaoğlu'nun evine çağırmıştı. Kızı Işık da vardı.
— Eşi, dostu bir görmek istedim: Ankara'ya onun için geldim... demişti.
Bir arkadaşımla gittik, Bahçeli’deki eve. Astım çekiyordu. Aldığı ilaçlardan şişmanlamıştı. Arkadaşım, ayrıldıktan sonra:
— Kortizon öyledir, iki yanı keskin kılıçtır! dedi.
Suat Taşer, o gece bize “Zaman Aynası” adlı şiirini okudu.
 
Salı sabahı astım krizinden kurtulamayan Suat Taşer evinde ölmüş. O akşam, Büyük Tiyatro’da Orhan Asena'nın “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe” adlı oyununu seyrettim. Perde açılmadan, bir görevli çıktı, “Devlet Tiyatrosu'na yıllarını vermiş değerli sanatçı Suat Taşer bugün öldü. Onun anısı için hepinizi bir dakika saygı duruşuna çağırıyorum” dedi. Bütün salon ayağa, saygı duruşuna kalktı...
Olayı yeni duyanlar:
— Aaaaaaa! diye şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı. O akşam tiyatroların tümünde saygı duruşu yapılmış olmalı...
İzmir'de toprağa verildi. Öğrencileri, Suat Taşer için ağlıyorlardı.
Büyüklüğü alçakgönüllülüğünde miydi? Hırsı olmayışında mıydı? Yıllar önce, İzmir yakınlarında bir yere yerleşmiş, sonra İzmir'e taşınmıştı. Hastalığına umar bulunamadı. Sanatçılar bizde böyle olur...
19 eylül günü postaladığı “Örneklerle Konuşma Eğitimi” kitabına “Tazelenen köklü sevgilerle İzmir’den kucak dolusu selam Ekmekçi dostuma” diye yazmış.
Suat Bey’i çok arayacağız!
Orhan Veli de kasım ayında ölmüştü. Nahit hanım anlatmıştı bir gün; Orhan Veli, Ankara'da Ulus’ta yolda açılmış çukurlardan birine düşer, başından yaralanır, o halle kalkar İstanbul'a gider. Orada beyin kanamasından ölür. Orhan Veli’nin içki komasından öldüğü yanlışmış. Ölümünü duyunca, arkadaşım Muammer Yüzbaşıoğlu (Karabağlı) ile, yağmurlu bir günde morga koşmuştuk.
★★★
Geçen hafta Evrensel’de düzenlenen bir törende, Elif Naci'ye onur plaketi verildi. Elif Naci, çocuk gibi seviniyordu. Elif Naci, hırçın bir yazarmış vaktiyle. Elif Naci’nin “Anılardan Damlalar” adlı yapıtında okudum. Hocası Ahmet Haşim'i de çok üzmüş. Şöyle diyor kitabında:
“... Gerçi, çok şükür ölümünden önce büyüklük göstermiş beni atfetmişti ama... Neyse... Hatta sergilerimden birine, resimlerim hakkında yazdığı bir yazıda bana iltifat ederken şöyle demişti:
— Elif Naci’nin garabeti küçüle küçüle imzasına inhisar etmiş.
Öldüğü zaman ona karşı haksızlık ve saygısızlıklarımdan ötürü, bir yazımın başlığında “Onu Ben Öldürdüm” demiştim de, Nurullah Ataç şairin boğazına düşkünlüğünü ima ederek:
— Övünme, onu sen değil, patlıcan dolması öldürdü, diye bizi teselli etmişti!
En eski ressam ve yazarlarımızdan Malik Aksel'e de 3 onur plaketi verildi. Malih Aksel, 1903'te Selanik'te doğmuş. Yaşlı olduğu için törene gelemedi. Plaketlerin 2'sini sanatçıya verilmek üzere Adnan Turani aldı. 3. plaketi Kültür Bakanı Evliyaoğlu sanatçıya İstanbul’a giredek evinde vereceğini bildirdi, Pedil'de Malik Aksel'in resimlerini gördük. Malik Aksel, 1923-1932'de Berlin Güzel Sanatlar Akademisinde okumuş, 1932'de yurda dönüp Gazi Eğitim Enstitüsü'nün resim bölümünü kurmuş. Türk suluboya resminin en iyi örneklerini vermiş...
Danışma Meclisi'nde, İçişleri Bakanlığının gürültülü geçen bütçesini izledikten sonra gittim sergiye. Sonra da Fransız Kültür Merkezinde düzenlenen “Duvar Resimleri” konulu açık oturuma uğradım. Açık oturumda, ressam Veysel Günay, konuşurken şöyle dedi:
“Sorun temelden ele alınmalı, insan yaşamı çok yönlü düzenlenmek zorunda. Bir araştırmaya göre, Paris'te doğmuş büyümüş insanların çoğunun Louvre Müzesi'ne hiç gitmedikleri saptanmış. Bizde de böyle. Herkesin galerilere gitmesini bekleyemeyiz. Sanatla insanı, günlük yaşamında iç içe sokmak zorundayız. Bu da bir kültürel eğitim sorunu “
Sanatçılar da kulislerde, YÖK'te olup bitenleri soruyorlardı...