İsmail Hakkı Tonguç, 27 Mayıs devriminden bir ay kadar sonra öldü. 23 Haziran 1960’ta. Öleli 25 yıl olmuş. Yirmibeşinci yılında onu anmak istedim. Türkiye’ye özgü, Türk aydınlarının, düşünürlerinin kendi buluşları olan “köy enstitüleri”nin kurucusu olarak bilinir Tonguç. Kıyısından bucağından, ilkeleri, adı anılmadan uygulansa da, eğitim çıkmazından kurtuluşun başlıca yollarından birinin denenip, tarihe karıştığını, bunca yıl geçtikten sonra yadsıyan (inkâr eden) yok gibidir. Unutmuş görünelim, köylerin kalkındırılıp, köylünün uyandırılmasını; köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı, taa 30 yıl önce Türkiye'de okur yazar olmayan kalmayacaktı. Plan program buydu. Köy enstitülerinin kapatılması sonucu, geri bırakılmış köylerdekiler, köylüler, kentlere akın ettiler. O da insan, yaşanmaz yerde kim oturur? Köyler kalkındırmadığı için gecekondular oluştu büyük kentlerde. Köyler, kentlere taşındı. Büyük kentlerin bir köşeşinde, bucağında, kendilerine yer buldular acıları göze alarak.
Avrupa’da, büyük kentlerin otellerinde kalınmıyor artık. Kent yakınındaki küçük kasabalara, köylere gidilip geceleniliyor. Çünkü oraların kentlerden bir ayrımları yok. Temizlik derseniz temizlik, gereksinim duyacağınız her şey var. Üstelik daha sessiz, sakin de. Ne işiniz olacak koca kentlerde geceleri?
Bir de Türkiye’deki büyük kentleri düşünelim. Gece köylerine gidip kalabilir misiniz? Nerede kalacaksınız? Halktan kopuk “turistik” otellerde mi? Köy enstitülerini baltalarken, taa yıllar önceden ülkenin turizminin de baltalandığını düşünmez misiniz?
Fatih Rıfkı Atay, Türk basınının bu büyük ustası, 1940’Ii yıllarda yazdıklarını “Pazar Konuşmaları" adı altında bir yapıtta toplamıştı. Bu yapıtın piyasada, kitapçılarda bulunabileceğini sanmıyorum. Falih Rıfkı, 40’iı yıllarda köy enstitülerinden kimilerini, bu arada "Aksu" Köy Enstitüsünü, kurulduğu Antalya yöresini dolaşır. Falih Rıfkı, “Aksu" Köy Enstitüsünü şöyle anlatır
"Arabalardan indiğimiz vakit, bir çamlığın karşısında küçük barakalar, arkadaki sırt üstünde de çatısı alınan bir büyük bina gördük. Yapının içinde ve dışında çalışan işçiler ve ustalar, Antalya, Muğla ve İçel köylerinden gelen çocuklarla, bunları köy hocası olarak yetiştiren öğretmenlerdir. Devlet, köy enstitülerinden biri için, Perge yıkıları yanındaki bir tepeyi seçmiştir.
Ne yuvalarını ören kuşlar, ne kovanlarını kuran anlar, bu çocuklardan daha çalışkan re şevkli değildirler. Hangisinin başını okşayıp bir sual sorsanız, zeki ve uyanık gözlerinde işine dönmek acelesini hissedersiniz.
Enstitü bir buçuk yıl önce, kır çadırları içinde başlamıştır, ilk iş barakalarla, yemek, yatak, okuma, yıkanma ihtiyaçlarını, demircilik re doğramacılık atölyelerini temin etmekti. Su getirilecek, barakalara ve tepeye doğru yollar açılacak, ondan sonra ana yapıların temelleri atılacaktı. Çocuklar, 23 baraka kurmuşlar, 3 kuyu kazmışlar, iki kaynak arasında 1500 metre demir boru re 400 metre künk döşemişlerdir.
Enstitü projesinde 60 yapı vardır. İlkinin çatısı atılmıştır. Ötekiler beş yılda tamamlanacaktır. Çocuklar bir yandan doğrama ve demir işlerine kadar bu yapılar için çalışmakta ve kendilerine, yeni tatbikçi usullerle, tarlada, atölyede, ahırda ve kümeste aritmetik, geometri, tabiat, fizik ve kimya dersleri verilmekte; tarih, coğrafya ve Türkçe dersleri de çevre dolaşılarak görüş ve araştırma hassaları beslenerek öğretilmektedir.
Her enstitünün kuruluş yıllarında olduğu gibi, Aksu Köy Enstitüsüne gelen çocuklar da el değmemiş ham toprakla savaşmak zorunda kaldılar. Enstitü etrafındaki küçük bataklıkları kurutmak, yabani otları ayıklamak, adım başına bir ikisine rastlanan yılanları öldürmek, su getirmek ve yol açmak çok çetin olmuştur. Köyde doğan Türk çocuğu, toprağın bütün zorlukları üstüne neşe ile atılmasını biliyor. Şimdi enstitünün topraklarında yılda 13 bin kilograma yakın zerzevat yetişiyor. Bahçelerde 2 bine yakın fidan tutmuştur."
Falih Rıfkı, Türkçeyi güzel kullanan bu usta, bu röportajının sonunda şöyle diyor:
“Ne yaparsak halka ve halk ile, üniversitede, laboratuvar ve ilim tesislerinde, güzel sanatlar akademisinde, akıl ve zevk terbiyesi gören nesillerle yapacağız. Köy enstitüleri, bu cemiyeti kökten bir kavrayıştır."
Falih Rıfkı 1944'te Hasanoğlan'a gider, “Tonguç Baba”' yazısını ondan sonra yazar. Şöyle der:
“Tonguç Baba... Sakın bunu Hasanoğlan köyü yamaçlarında bir yatırın adı sanmayınız. 'Maarif Nezareti Celilesi Tedrisat-ı Umumiye Müdür-ü Umumisi Rütbe-i Ula ricalinden saadetlu İsmail Hakkı Beyefendi"... Halk adamı olduğundan beri köy çocukları onu böyle anmaktadırlar...
Bizim köyden ne çıkar? Şöhretleri birkaç göbek yoklayınca görüyorsunuz ki büyük komutan, dahi şair, yüksek âlim, mimar, ressam, mühendis, bir medeniyet ve kültür ne istiyorsa hepsi çıkar. Buna hiç şaşmayız. Fakat neden bu çağın köylüsü çıkmaz, bunu hiç akıl tartısına almayız: “Görenekçidirler, inatçıdırlar. Rençbere ne kadar emek verirseniz boştur: Okumayı öğretirsiniz, unutur. Sıtmanın sebeplerini anlatırsınız, kulakta tutmaz.
Şimdi biz ikinci göbekte her şey olabileni, ilk göbekte bu asrın köylüsü yapmaya çalışıyoruz. Enstitüleri bunun için açtık. Tonguç Baba ve arkadaşları, alınlarının teriyle, bol yemiş verecek bu asıl ağacı sulamaktadırlar..."
25 Haziran 1985, Cumhuriyet