Tonguç

İsmail Hakkı Tonguç'u 23 Haziran 1960 günü yitirmiştik. Yarın, onun 21'inci ölüm yıldönümü. Ölümünün beşinci yılında, Haziran 1965'te «İmece» dergisinde, «Tonguç'un Eserini Gençlik Tamamlayacak» başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazının bazı bölümlerini aktarmak istedim bugün:

Bir arkadaşımla Tonguç'un evine gitmiştik 1959'larda, daha önceleri yalnız adını ve yaptıkları duyar, okurdum. Adını uzun zaman gazetelerde göremezdim. Tonguç'la görünmek, onu sık sık ziyarete gitmek polisteki dosyaların kabarması demekti mutlaka.

İlk tanıştırıldığımda evindeydik. «Nereden? » diye arkadaşıma sordu. Ben, «Konyalıyım efendim» diye karşılık verdim. «Tamam öyleyse İvriz'den» diye gülüştüler. Köy Enstitülerin küçük çocukları sorduğu zaman da öyle konuşurdu bazen: «Kepirtepeli ne yapıyor, İvrizli ne alemde? » derdi. Köy Enstitüleri kapatılmış, köküne kibrit suyu dökülmüştü. Enstitülerin açılmasını, bu yararlı kuramların, çıkarcıların direnmesine aldırmadan, ulus yararına yeniden hizmete girmesini isteyen gençlik daha sesini yükseltmemişti. Daha 27 Mayıs olmamıştı.

Evinde ziyaret etmekten nasıl mutluydum bilemezsiniz. Bana devleşen yaptıklarının bir gün Türk gençliğince iyice anlaşılarak tamamlanacağına güvenen bir «bekleyen adam» anıtı gibi gelmişti Tonguç...

Tonguç'u görmeden başlamıştım «Köy Enstitüleri»ni olay yapmaya. Bu olayı gazetelere aktarmaya. Köylü çocuğuydum. Basında bu haberler çıkınca, gözler çevrilivermişti gerçeğe. İktidardakiler kızıyorlardı. Gericiler kızıyorlardı. Benim nerede ne okuduğumu bilmeyenler, çoğu gazeteciler, «O da Karaoğlan Köy Enstitüsündenmiş! » dediler, yüzümün esmerliğine bakıp.

Bir yol evinde görüşmüş, tanımıştım dedim. Gözümde tanıdıkça büyüyen Tonguç, bir gün habersiz, çalıştığım gazetenin bürosuna çıkageldi. Çalışıyordum. «Sen işine bak» dedi. «Ben bir kahveni içip gideceğim... »

Büroda eski püskü de olsa, oturunca gömülüveren, rahat koltuklar vardı. Koltuğa oturmadı. Sigara tablasını kaldırıp taburenin üstüne ilişti. «Aman şuraya şöyle rahat oturun» deyince de güldü. Bir fıkra anlatarak ekledi:

-    Ekmekçi, ne olur ne olmaz, belki koltuk cezalıdır. (O fıkrayı şimdi de anımsıyorum. Şöyleydi. Osmanlı nazırlarından biri, sadrazamdan ya da padişahtan herhangi bir zılgıt ne yediği zaman, hiç umursamaz, sadece koltuğu değiştirir, «Ceza bana değil koltuğadır» dermiş.

Ve cezalı koltuğa oturmazmış!)

Ayrılıncaya kadar o tahta sehpadan kalkmadı, koltuğa iltifat etmedi.

Tonguç'a bir gün sordular:

-     Bak, senin eserini yıkanlar cezalarını buldular. Seni emekliye ayıranlar Yassıada'ya gittiler, sevinmez misin?

Tonguç'un cevabı (yanıtı) şu olmuştu:

-     Gitseler ne olacak, gitmeseler ne olacak?..

Bir süre önce, şimdiki Millî Eğitim Bakanı olan Cihat Bilgehan ile konuşuyordum. Bir söyleşi sırasında ona «En güçlü Millî Eğitim Bakanı kimdir, gelip geçmiş?' diye sordum. Hiç tereddüt etmeden, «Hasan Ali Yücel» dedi. Ve ekledi:

-    Hasan Ali Yücel'in bir İsmail Hakkı Tonguç'u, bir Rüştü Uzel'i vardı...

Bunları yazdım diye kimsecikler alınmasın. Önemli olan kişiler değil, onların eserleri ve ölümlerinden sonra anılmalarıdır. Öz be öz Türk eğitiminin temellerini atıp yüceltmeseydi, Tonguç'u kim anardı?.. («İmece» Dergisi, Haziran 1965, sayı 50)

Onun ölüm yıldönümünde, yarın 10'uncu Eğitim Şûrası toplanıyor. Şûra toplantılarının ilgi çekici geçeceğini sanıyorum.

Cihat Bilgehan da öldü. Ölümüne çok kimse üzülmüştür. Demokrasiye inanmış bir kişiydi. Otobüste şurada burada karşılaştığımızda takılmadan geçmezdim. Bir gün oturup konuşacaktık. Olmadı...

Cihat Bilgehan'ın cenazesine gidenlerin fotoğrafları çıktı gazetelerde. Baki'nin dizeleri geliverdi usuma:

«Kadrini sengi musallada bilüp ey Baki, / Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf.»