Timur Selçuk’la Söyleşi

Münir Nurettin Selçuk oğlu Timur Selçuk'un ilk konserinden sonra,
— Oğlum, senin besteciliğin şarkıcılığını geçmiş; ya şarkıları başka biri söylesin, ya da şarkı söylemesini öğren; demiş.
Timur Selçuk, baba öğüdüne uyarak, şarkı söylemesini öğrenmeye başlamış; Saadet İkesus Altan’ın öğrencisi olmuş. Sordum:
— Sizi babanızın yetiştirdiğini sanıyordum?
— Herkes öyle biliyor; ama değil! Babamın bana öğrettiği tek şarkı. Dede Efendi’nin “Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü” şarkısıdır. Benim yetişmemde asıl annemin etkisi vardır.
Timur Selçuk'un annesi, İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Şehime Erton. Geçenlerde TV’de de gösterilen “Aynaroz Kadısı”nda, Kadı’nın karısı Eda Hanım rolünü oynadı. Timur Selçuk:
— Annemle tiyatroya, babamla müziğe merak sardım... dedi. Timur'un tiyatro yanı da baskın...
Münir Nurettin çocukluğumun, gençliğimin sanatçısı, “Allahın Cenneti” filminde, onu bir oyuncu olarak donuk bulmuştum. Film, onun şarkılarını dinletmek için çevrilmiş olmalıydı...
Ankara'daki dinletilerinde, babasının şarkıların dan da birkaç parçayı söyledi. Tiyatro merakı onu, tiyatro müziği yapmaya yöneltti. Ankara'da Çankaya Sineması'ndaki dinletilerinde “Rumuz Goncagül”, “Küçük Adam N’oldu Sana”dan parçalar vardı. “Rumuz Goncagül” AST'da oynadı. “Küçük Adam N’oldu Sana” ise oynuyor. AST’ın kuruluşundan beri ona kanat gerenlerden biri oldu Timur Selçuk. Aralığın ilk haftasında AST'ın yirminci kuruluş yıldönümünde de bulunacak.
Ankara'da çalıp söylediği sürece “Çankaya” sineması tıklım tıklımdı. Gelenleri yüzde doksanın çok üstünde gençler oluşturuyor. Gençlere, iyi bir müzik verildiğinde nasıl ilgileniyorlar, belli oluyor bu, Nâzım Hikmet'ten, Kazak Abdal'dan, Faruk Nafiz’den, Ümit Yaşar Oğuzcan'dan, Orhan Veli'den bestelenmiş şarkılar da vardı, çılgınca alkışlandı.
Yurt dışında çalıp söyledi; Fransa, Belçika, İsveç, Doğu-Batı Almanya, Bulgaristan, Polonya, Kıbrıs, Amerika orkestra yönettiği çalıp söylediği ülkeler. Gittiği yerlerde elçiliklerimizin hiçbir yardımı, katkısı olmamış. Yabancılık da çekmemiş...
— Çalıp söylediklerim, toprağımın ürünleriydi ama, uluslararası bir şeydi... dedi, ekledi:
— Bir sanatçının yurtdışı konserlerde yerel olmaya çalışması yanlıştır,
Timur Selçuk 1983 sonbaharında, sadece babasının yapıtlarından esinleneceği bir program yapacak:
Bugün — Yarın Eskişehir'de çalıp söyleyecek, Eskişehir Çalışan Kadınlar (Soroptimistler) Derneği düzenledi bunu. “Ankara Notları”nda, çokça anamdan söz ederim ya, o da anaerkil bir etkiyle mi kıramadı Eskişehir Çalışan Kadınlar Derneğinin ricasını, diye düşündüm...
Bulvar Palas'ta oturduk çay içiyoruz. Yanında bir kadeh konyak da var...
— Nereden buluyorsunuz bu kadar çok fıkrayı? diye o sordu.
— Çok güç değil. Bir kez, fıkraların çoğunu okurlar derliyorlar. “Şu fıkra Ankara Notları'na gider” diyorlar, anlatıyorlar. Bizim halkımız, olayları fıkrayla anlatmaya bayılır.
Üç onur plaketi birden alan, Malik Aksel'i anlattım Timur Selçuk'a. Malik Aksel, Münir Nurettin'in çağdaşı. Biri ressam, öbürü şarkıcı aynı dönemlerde. Plaket verme töreninde, Adnan Turani'ye, Hidayet Telli’ye, Malik Aksel'i soruyorum. Malik Aksel, Gazi Eğitim’de öğrencilerden birinin yaptığı tabloyu inceliyormuş. Çocuğun çok değişik bir fırça kullandığını farketmiş. Sormuş:
— Bunu neyle yaptın, çok değişik!
Öğrenci kızarmış, bozarmış, karşılık verememiş. Meğer, tablo yaşken üzerinde kediler dolaşmış!
Hidayet Telli anlattı Malik Aksel’in çalışmasını. Gazi Eğitim'in çevresi o yıllar bomboş. Hiç yapı yok. Göçerler, yoksullar geliyorlar. Malik Aksel, onlara yemek veriyor, tablolarını yapmak için onlara yaklaşmaya çalışıyor, ilk “nü” tablolarını yapıyor...
Gazi Eğitim Enstitüsü, şimdi Gazi Üniversitesi'ne fakülte olarak bağlandı. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden on dördü profesör ve doçent, ikisi öğretim görevlisi olmak üzere on altı kişinin istifasından sonra, Prof. Turgut Önen de dekanlıktan ayrıldı, istifa edenlerin adları önceki günkü Cumhuriyet'te yayımlandı. Bu istifalar. YÖK uygulamalarını protesto amacıyla yapılmaktaydı. YÖK Yasasından önce AİTİA Başkanı olan Onur Kumbaracıbaşı, istifasından önce yaptığı açıklamada şöyle diyordu:
“Tüm üniversitelerde bilimsel hiçbir gerekçesi olmayan bu uygulamaları kınadığımı açıklamayı öğretim üyeliğinin onurlu bir görevi sayarım.
Değerli meslektaşlarımızın bilimsel yetenekleriyle geldikleri üniversitelerden uzaklaştırılmalarının tek nedeni politik değerlendirmeler olabilir. Bunlar ise, sübjektif ve özel amaçlı değerlendirmelerdir. Üniversitelerin politika dışında tutulması yasa ile istenirken. YÖK ve rektörler politik davranışlar içine girmişlerdir. Türk üniversitelerinin geleceğini kurtarmaya kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur.
Bu uygulamaları üniversitelerde bugün yürütenler, tarih önünde mutlaka mahkum olacaklardır.”
Doğramacı, kendini YÖK, YÖK'ü Doğramacı mı sanıyor ne?