Anlatacağım öykü siyasal değil. Konumuza tilki de giriyor. Anam derdi ki:
Sen tilkiysen, ben kuyruğuyum! Yani. "Bana oyun oynamaya kalkma, her şeyden haberim var" demek.
Turgut Bey tilkiyse, Süleyman Bey kuyruğu! Kim kimi oyuna getirebilir ki?
Tilkinin öyküsünü bir ormancı anlattı. Avcılardan kaçan bir tilki ine sığınmış. Tilkiyi oradan çıkarmak için inin çevresine ateş yakmışlar, içeriye de duman dolmuş. Dumandan boğulan tilki kendini dışan atmış. Ormancıların kafasındaki de şu: Bir deney yapalım bakalım, orman yangınlarında tilkinin bir rolü var mı? Tilki çıkmış ki kuyruğu, kürkü alevler içinde ormana doğru koşuyor:
Koşun, tilki yanarak ormana girdi, yangın çıkaracak!
Gerçekten orman başlamış yanmaya. Hımmm... demişler, demek ki tilki yangını taşıyor!
Çam kozalakları, yangını tilkiden daha hızlı taşıyorlar. Rüzgârın etkisiyle kozalaklar iki kilometre öteye yangını ulaştırıyor. Bir şarapnel gibi gidiyor kozalaklar!
Yangına ilk el koyuş, helikopterle indirilen işçilerle oluyor dedim ya, yangını ateşle önleme yöntemine, ormancılar çok önem verirler. Ormancılar. "İyi bir ormancı ateş yakmasını bilmelidir” derler.
Helikopterle, yangının hassas noktasına indikten sonra hemen biraz boş alanı bulup, orada on beş metre önünde bir şerit açtırıyorlar. Şerit şöyle açılıyor. Ellerinde baltaları var, oradaki ağaçlan kesiyorlar, ama oradaki ağaçlar öyle büyük, diri ağaçlar değil. Yangın karşıdan geliyor. Şeridi açtıktan sonra gelen ateşe doğru oradan bir ateş veriliyor. Ateşi nasıl mı veriyorlar? İbreleri, diri örtüleri kibritle tutuşturuyorlar. Şerit açılmasa, karşıdan gelen yangın, şeridin olduğu yerden geçip, berideki ormanı da içine alacak. Şendin bulunduğu yerde yanacak bitki örtüsü kalmıyor. Ateşleyince öteye doğru gidiyor, beriye gelmiyor. Şerit temizlenince yanacak bir şey kalmıyor. On dakika sonra iki ateş karşılaşıyor. Bu ateşten öteye yanacak yer yok Yanacak bir şey kalmayınca, gelen ateş de sönüyor...
Ormancılar buna "karşı ateş" diyorlar. Karşı ateş yakmak öyle kolay değil. Herkes "karşı ateş" yakamıyor. Bu yetki bölge müdürlerine, işletme müdürlerine veriliyor.
Bu yörede 1968 yılında 1350 hektar orman yanmış. Ancak burada yanan orman serveti çok düşükmüş. Bozuk orman denilen kesimler. Bunun içinde "verimli" denilebilecek orman parçası 340 hektar dolayında, 1360 hektarın içinde 900 hektar kadarı verimli değil
Benim havadan gördüğüm yerlerde, kızıl saçlı güzelin saçtan yok olmuş, ama bu kelleşme yeni değilmiş. Yüzyılların yanıkları bunlar. Güzelim koyların üzerindeki ağaçlar yanıp gitmiş. Çok yerde yangından sonra ana kaya çok yakın olduğundan, ağaçlandıracak yerler de çok değil. O yönden oraların ağaçlandırılması çok masraflı olurmuş. Belki teknik ilerler de oralara toprak taşıyarak ağaçlama olanağı bulunur mu ne?
Karadenizli bir emekli yargıç söyledi; Ordulu Şakır Köseoğlu, Karadeniz'de hiç orman yangını olmazmış Orman dedikleri fındık ağaçları zaten, geçim kaynağı fındık, fındığını niye yaksın? Belki öyledir.
Muğla yöresinde tavşan, dağkeçisi, tilki, çakal, bol domuz var. Bir de geyik. Vaktiyle Fethiye dolaylarında aslan, kaplan varmış Oradaki yurttaşlar söylüyorlar. 2amanla soyları tükenmiş. Bilinçsiz avlanmanın sonucu yok olmuşlar. Ormancılara göre hayvanlar, doğanın birer denge öğesidir. Güzelliğidir, yakışıklılığıdır.
Orman yangınları en çok hayvanlara zarar verir. Onlar yerlerinden yurtlarından olurlar. Belki de aslanlar, kaplanlar bu yangınlar yüzünden ormanlarımızı bırakıp gittiler.
Yangın söndürmede, halkın yardımı oluyor mu? Silahlı Kuvvetler'den nasıl yardım görülüyor, yararlı oluyor mu bu? Kafamdaki bu sorulara yanıt aradım, pek bulamadım. TV'de bir orman yangınında, halkın koşuştuğu, Silahlı Kuvvetlerden yardımlar gittiği haberleri yayılır. Gerçek pek öyle değildir, abartmalıdır. Askerler bu konularda eğitimsizler, bilinçsizler. Her ne kadar ormancılara 'emir komuta sizin’ deseler de kulak asmayın. Asker kendi komutanından emir almaya alışmıştır. Askere, yangın sırasında buyursanız da uyum sağlayamıyorsunuz. Ancak yangın denetim altına alındıktan sonra, ormancıların "soğutma” dedikleri işlemlerde askerlerden yararlanılabiliyormuş.
Askerleri, yangın konusunda eğitmek gerekir. Eğitimsizliğin, bilinçsizliğin sonucu, geçen yıl Kuşadası'ndaki orman yangınında on üç er yanıp gitmedi mi?
Köylülere gelince, bazı yörelerde çoluk çocuk tümü fırlayıp gidiyormuş ormana. Kimileri de böyle bir heyecan duymuyorlarmış. Bazı köyler varmış ki yangın çıktığını görmezmişsiniz. O köyün orman yangınına karşı duyarlılığı var. Kimi köylerde de "yangına götüreceklermiş" diye tümü kaçıyormuş. Orman köylülerinin yüzde 70-80'e varan kesimi yangına gidiyormuş...
Peki, ormanı yakan kim?
Halk arasında söylenir hani:
Ormanı yakanın gözü kör olsun!
Tuğrul Ülgen, Ataç Ülgen’in (Kardüz) kocası anlattı. Şöyle dedi:
Biz çocukluğumuzda. "Baltalar elimizde / uzun ip belimizde / biz gideriz ormana" şarkılarıyla büyüdük. Bir tane daha var:
Komşu komşu, / hu hu?.. / Oğlun geldi mi? I Geldi, / Ne getirdi? / İnci boncuk. I Kime kime? / Sana bana. / Daha kime? / Kara kediye. / Kara kedi nerde? / Ağaca çıktı. I Ağaç nerde? / Balta kesti. / Balta nerde? / Suya düştü. / Su nerde?/İnek içti. / İnek nerde? / Dağa kaçtı. / Dağ nerde? t/Yandı bitti, kül oldu!..
/ Yay benim köse sakalım...
11 Ağustos 1988, Cumhuriyet