Tilki ile Kuyruğu...

Çocuktum, yaramazdım. Anam bir türlü söz dinletemezdi. Ne yapsın?
— Aaah, dedi, şu baban şuralardan bir çıkıverse de, ben sana göstersem!
Üsteliyordum:
— Çıkıversin bakalım, ne yapacak?
Dememe kalmadı, babamın başı görünmez mi? Gözlerim belerdi kaldı. Anam da şaşırmıştı. Dileğinin böyle çabucak gerçekleşevereceğini o da düşünmemişti. Gülecekti, gülemiyordu. Babam, her zamanki gibi kaşları çatık:
— Ne o? Bir şey mi var? diye sordu Anam:
— Yok bir şey! yanıtını verdi. Baygın gözlerle anama bakıyordum.
Babam gittikten sonra.
— Ya, işte böyle yaramazlık yapar, ananı dinlemezsen böyle olur..
Kendi kendine söyleniyordu:
— Sen tilkiysen ben kuyruğuyum! diyordu.
Büyüdüğümde de olayı anlatır gülüşürlerdi. Halk sözleri kalmış belleğimde, olayları özetleyen...
— Sen giderken ben geliyordum derlerdi. Bununla, deneyimin önemini anlatmak isterlerdi.
Yaşlılar, gençleri küçümserlerdi:
— Sen gençsin, bilmezsin! derler, başlarından geçen olayı anlatmaya öyle başlarlardı. Belki hiç duyulmadık, ne sözler vardı:
— Tavşan kaçar kurtulur ama böğürtüleri olmasa.
Tavşanın derdi, bir avcıdan değil, demek. Oraya buraya koşuşan av köpekleri, tavşanı şaşırtırlar. O da kaçıp kurtulamaz...
Bir iş, işten geçti mi?
— Tavşan yamacı ağdı denir. Ağmak, süzülmek, akıp gitmek anlamınadır. Benekli bir tırtıIımsı böcek var, ona da ağı denir. Zehirli olduğu söylenir. “Ağı”, “ağu” sözcükleri de zehir anlamını belki böyle kazanmışlar, bilmiyorum...
Demokrasiye, böylesine yürekten bağlı bir halk, konuşmaları anında değerlendirir yorumlar. “Ankara Notları”nda genellikle yoruma yer verilmez. Yorum, okura bırakılmıştır. Halk, yorumun yorumunu yapmayı sevmez...
— Sen anlat hele bir işin doğrusunu... derler. Bu, “yorumunu bize bırak!” demektir.
İvecen, yani aceleci değildir. Sabretmesini bilir. Tutuklusuna, ölüsüne, hastasına saygılıdır. Aydınına, sanatçısına da yasalarına da.
★★★
Sadun Aren'den kart aldım. Metris Tutukevi’n den göndermiş. 6 Şubat 1983 tarihli. Şöyle diyor:
“Mustafa kardeşim,
Kartını yeni aldım, 1983 için en iyi dileklerimi, sevgi ve saygıylarımı gönderiyorum.”
Kartta bir çocuk var, kız çocuğu. Kucağında çiçek. Sadun Bey, kartın altına: “Bu kart, hapishane mamulüdür. Resim atelyesinde çizilmiş ve basılmıştır” diye yazmış...
Hasan Hüseyin, derin komada dün kırk günü doldurdu. Okurları, arkadaşları, sıraya girip kan veriyorlar. Gözleri açık, fakat görmüyor. Söylenenleri duymuyor henüz. Kırk gündür yaşama savaşı veriyor. Durumunda olumlu gelişmeler görülmeye de başlandı. Bilinci yarı yarıya açılmak üzere. Refleksleri yerine geliyor. Bilincin yerine geleceği konusunda belirtiler var.
Işığı gözleriyle izliyor; solunum problemi kalmadı. Ciğerleri temizlendi. Hasan Hüseyin'le ilgili, “Ankara Notları”na mektuplar geliyor. Server Tanilli, Strasbourg'dan yolladığı mektubunda özetle şöyle diyor:
“Sevgili Ekmekçi,
Sana nicedir yazmıyorum. Unuttuğumdan değil. Nasıl unutabilirim ki?
Bugün birkaç satırla sessizliği bozayım, bozmak zorundayım: Senden okudum, Hasan Hüseyin komadaymış. Günlerdir de sürüyor. Ben ve —rahmetli Bedrettin Cömert’in eşi— Augustina, buradan kaç kez, Ankara'ya elimizdeki numaraya telefon ederiz, yanıt yok. Ola ki evde kimse yoktur, numara da değişmiş olabilir.
Kan veriliyormuş sürekli Nasıl olsa da versem?
Özetle çaresizim ve cidden perişanım.
O ses, o büyük ses, bu kadar uzun dalmamak.
Uyansın artık Hasan Hüseyin
Uyarısın ve kurtarsın bizi bu perişanlıktan”
★★★
DÜZELTME: 2 Nisan Cumartesi günkü “Ankara Notları”nda, Şiar Yalçın'ın Victor Hugo çevirisinde, ilk iki konuşma şöyle olacaktı:
— Yoksulları daha da yoksullaştırmayan bir vergi sistemi istiyorum.
— Siz bir mülkiyet düşmanısınız.