Tehlikeli İlişkiler...

Sabahleyin “Ankara Notları"nı yazmaya gelirken, yirmi beş yıl önce çalıştığım "Vatan" bürosunun önünden geçtim. Büro, İnkılâp Sokak 1 numarada. "Cumhuriyet”in yeni Ankara Bürosu’ysa, aynı sokakta 19 numarada. Araları iki yüz metre var yok. Kendi kendime:
— Yirmi beş yılda iki yüz metre yol almışım demek diye gülüyorum.
Vatan bürosunda, Erol Ülgen, Erol Aksoy, foto muhabiri Nihat Ulukaya, teleksçimiz Tevfik Fikret Dinçer birlikteyiz. Üstümüzde "Tercüman" var. Ufacık kadro ile, Türk basınına kök söktürüyoruz. Basında iyi kötü tutunmam da burada oldu. Daha önceleri "Ulus”ta, yazılar yazardım.
Yirmi beş yıl önce, "Vatan"da, "Atatürk Üniversitesi"ni gerici akımların sardığına ilişkin bir haber yazmıştım. Prof. Mehmet Kaplan, o zaman Atatürk Üniversitesinde rektör yardımcısı mıydı, rektör vekili miydi neydi? İşte onun, Atatürk'e karşı ilen geri sözlerini öğrenmiş, davranışlarını da içeren haberi yazmıştım. Kızılca kıyamet koptu, hükümet zangır zangır sallanıyordu. (Mehmet Kaplan şimdi nerede?)
İnkılâp Sokakta adımlarken, bir yandan "Ankara Notları”nın çatısını kuruyor, çoğu tutucularla savaşımla geçen yirmi beş yılımı düşünüyordum...
Ankara'ya geleli, elle tutulur bir canlılık görmedim desem yeri. Herkes daha dinlence havasındaydı Ağustos ayı, gazeteci gözüyle askerlerin ayıdır. Yükselmeler, emeklilikler bu ayın belli başlı olaylarıdır. Yüksek Askeri Şura Yasası’nda, geçmişte yapılan bir değişiklikle. "Açıklanmayan kararların yayımlanamayacağı" yolunda bir hüküm getirildi. Bu nedenle mi acaba, emekli olanların adları gazetelerde çıkmadı diye düşündüm. Bir de, görevlerinden ayrıldıkları halde, emekli de olmayanların, nereye atandıkları açıklanmamıştı. Örneğin, çok kimse, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Sabrı Yirmibeşoğlu'nun emekli olduğunu sanıyordu. Oysa o, genelkurmayda bir daire başkanlığına atanmıştı.
Gazetelerde, yazarlar, Ağrı seçimleriyle ilgili yorumlar yapıyorlar, işin en kolayı olan "SODEP”e yükleniyordu kimi. Oktay Ekşi, açıktan yüklenirken, Hasan Pulur, satır arasında diyeceğini diyordu SODEP'in Ağrı örgütünü genel başkan yardımcılığı sırasında Oktay Ekşi mi kurmuştu, neydi? Ağrı seçimleri konusunda en geçerli yorumlardan birini Teoman Erel yaptı. Turgut Bey’e "Seçeneğim benim!" diyerek. Ağrı seçimlerine, Teoman Erel'e göre, güvenoyu havası veren, Turgut Bey'den başkası değildi. Halkçı Parti seçimlere katılmamış, SODEP de, çeşitli ikirci davranışlar içinde, Ağrı'dan umut kesmişti. Buna şunu da ekleyebilirdik: Ağrı'da MDP adayı, orada Milli Eğitim Müdürlüğü mü ne yapmış, ilericilerin tepkisini çekmiş biri olarak bilinmekteydi. Ağrı gibi bir yerde, bir yerel seçimde, dört yıl belediye başkanlığı yapacak bir kimseyi seçerken, halk çoğunluğu bazı seçenekleri göz önünde tutar. Üyesi olduğu partinin adayı şanslı değilse, kendisine en yakın olanını destekler, seçilmesini ister. 6 Kasım seçimlerinde de böyle oldu. Halkın çoğunluğu “tak tak"ı tutmadı. Solda olanlar, gidip "Halkçı Parti"ye oylarını kullandılar. Kimi de, "Anavatan"a verdi oyunu. Böyle yaptıkları için onları kınamamalı. 25 Mart’ta da, yolunu çizme hazırlığını yaptığını gösterdi.
İzlediğim kadarıyla, Ağrı seçimleri bir şeyi daha gözler önüne serdi: Ülkede, basında çıkan deyimiyle "aile”lerin, gerçek deyimiyle "aşiret"lerin hâlâ yerel de olsa, geçerliliklerini sürdürdükleri. Buna çok canım sıkıldı. Mustafa Kemal, Türkiye'nin şeyhler, tarikatlar ülkesi olamayacağım söylememiş miydi? Nereden çıkıyordu böyle şeyler öyleyse? DP döneminde yaşamıştık. Adnan Menderes'e Said-i Nursi'nin elini öptürmüşlerdi partici demokratlar. Ne oldu sonu?
Gazetelerde okudum, Ağrı’ya sefer yapan Turgut Bey'in, orada bazı etkin çevrelerle ilişkiye girme izlenimlerini verdiğini. Beğenmedim doğrusu…
Fransız yazarlarından Pierre Choderlos de Laclos'un Türkçeye "Tehlikeli Alâkalar" adıyla çevrilen bir romanı var. On sekizinci yüzyıl Fransız toplumunda, sosyetenin içyüzünü sergiler. Kim kimle kırıştırır, serer ortaya. Ataç da bunu sanki çevirmemiş, yeniden yazmış. Öyle güzel bir yapıttır. Sabahın erken saatinde İnkılâp Sokağı adımlarken, Türkiye'de yıllardır süren "tehlikeli ilişkiler"i düşünüyordum işte.
Türkiye devrimler yapmış bir ülkedir. "Küçük Amerika" filan da olacak değildir. Amerika'da, bir devrim örneği gösterebilir misiniz? Amerika, ne fesi atıp şapka giymiş, ne harf devrimi, ne dil devrimi yapmış, ne de bir hilafet, padişahlık devirerek cumhuriyet kurmuştur. Türkiye'de ülke yönetenlerin, gerçekten çok titiz davranmaları gereken önemli şeyler var. Bunların başında tehlikeli ilişkilerden kaçınmak geliyor.