Teftiş Fırçası...

Evren'in turizm mevsimini açtığı illerden birinde, vali kolları sıvadı; karşılama hazırlıklarına başladı. Tüm resmi kuruluşların tertip, düzen, temizlik, kılık kıyafetleriyle öbür düzenlemeleri için genelge yayımlandı. Daireler dış temizliğe, çevre temizliğine, dolayısıyla “çevre tertip ve düzenine" önem vereceklerdi. Koridorlar, odalar, kalem ile arşivler, kütüphaneler temizlenecekti. Tüm dairelerin camlarıyla, odalarda bulunan "aksesuar" ile demirbaşlar paklanacaktı. Odalardaki, kalemlerdeki yerleşim "tertip ve düzenine" önem verilecekti. Tüm personelin “kılık kıyafeti"ne "hassasiyet" gösterilecekti.
Valinin genelgesi, dairelere, dairelerden şubelere, şubelerden en küçük birimlere geldi. Esaslı bir çalışma başladı bunun üzerine. Cezaevlerinde gardiyanlar pantolonları ütülettiler, gömlekleri kolalattılar. Karakolun önündeki çiçekler sulandı, çalı süpürgesiyle bir güzel süpürüldü ortalık. İcra memuru, tozlanmış dosyaları nasıl “tertip ve düzene" sokacağını düşündü, başını kaşıdı. Nüfus memuru, öbür odalara giderek, neler yapıldığını gözledi. Okullarda çocukların önlükleri tertemiz oldu. Yakalıklar, o gün için kolalandı. Her şey pırıl pırıldı. Dişler de fırçalandı mı? Olanları Gogol görse şaşardı..
Turizm mevsimi açıldı, ama şu Ankara'nın, en büyük illerimizin yakın köylerinden birinde, bir gece kalabilene aşkolsun! Göstermelik şeylere bayılırız da, turizmin bir eğitim sorunu olduğunu usumuza getirmeyiz. Köylüler, sadece oylarını almak için vardır. Oyunu versin de, nerede kalırsa kalsın!
Çocukluğumda, okulda sabahları "bit muayeneleri" olurdu. Bir de “tırnak muayenesi". Tırnakları uzun olanlar, ellerini uzatmazlar, parmaklarını içe bükerlerdi. Müzevir çocuklar olurdu:
Öğretmenim, bunda bit var!
Haydi gözler ona çevrilirdi. Memur, asker çocukları daha temizdiler. Evde temizliğe pek titizlik gösterilirdi, iyi bir kadın temizliğinden belli olurdu. Çamaşırların yıkandığı pınarın adı "Bitti Pınar"dı. Çocukluğumda önce anam yıkardı, ortalık yerde. Gelip geçen görürdü. Kadınlar takılırlardı anama:
Hiç uğraşma, ağarmaz o! derlerdi. Anam gönlümü alırdı:
Kel karılar, ne bilecekler? Benim oğlum yıkanınca pamuk gibi olacak!
Keyiflenir, gözüme kaçan sabunu unuturdum. Biraz büyüyünce babam yıkadı. Gözüme sabun kaçınca ağlamaya başlardım Babam:
Sus bakayım, derdi, dinle bak, dışarıda bir çocuk ağlıyor!
Ağlayan çocuğu duyabilmek için susardım. Benden başka ağlayan olmadığını ne bileyim?
Çamaşırlarımız tertemiz olurdu, ama yine de bit pire bulunurdu. "Bit temize geliri" derlerdi. Bir kişinin temiz olması yetmez ki. "Teftiş fırçası”yla olmaz ki..
***
Barış'ın annesi. Sitelerde Barış’a bir damla su bulup içiremedi. Barış iki yaşındaydı. Otobüs beklerken, annesine sızlandı:
Anne susadım!
Annesi Barış’ı, durağın arkasındaki dükkâna götürdü:
Çocuk susadı, bir bardak suyunuz var mı? diye su istedi.
Adam ters ters baktı; "Ramazanda su içilir mi?" gibisine. Bir başkasına gitti. l-ıh. Su vermiyorlardı çocuk içsin diye..
Biraz sabret çocuğum, dedi annesi. Kızılay'a varalım, sana Coca Cola içiririm!
Ramazanın ilk günü, TV'de minicik çocukları çıkardılar. "Hoşgeldin Ramazan" dedirttiler! Nasıl da utanç verici bir şey! Çocukları böyle kullanmaya ne hakları var? Daha da utanç verici olanı var; fitre, zekatları çocuklara, okullu çocuklara toplatıyorlar. Çocuklara, okullarda zarflar veriliyor:
Veliniz, bunun içine parayı koysun, geri getirin! deniyor.
Çocuklar babasının zarfa koyduğu parayı bilecek, ne diyecek arkadaşına;
Benim babam, şu kadar para koydu zarfa, senin baban ne kadar koydu?
Çocuğu ezdirecekler böylece.
Van'da, oruçlu öğrencilerin oruç tutmayanlara saldırmaları sonucu Mehmet Şirin Tekin’in ölümü, gericiliğin, din sömürüsünün ne boyutlara ulaştığını göstermeye yeter de artar bile. Özal hükümeti, bu olay üzerine hemen çekilmeliydi. Cumhurbaşkanı, ya Van'a dek gitmeli, ya da en ağır demeçlerinden birini vererek, laikliğe sahip çıkmalıydı. Bunlardan ikisi de olmadı. Olay, "araştırılıyor", “soruşturuluyor" gibi, yasak savma biçiminde geçiştiriliyor. Bunun altında yatanın yeni bir "Menemen olayı" olduğunu kime, nasıl anlatmalı? Heeey, Atatürkçüler neredesiniz?
Dün üç gencin Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın asılışlarının yıldönümüydü. Gençlerimizi düşündüm. Cezaevlerini dolduranları, tüm gençleri..
Salı günü Cüneyt Arcayürek’le birlikte. Basın Sitesi’nden çıkıp Meclise gittik. Salı günleri, partilerin grup günleridir. O gün parti grupları basına açık yapılıyordu. Öyledir, partiler işlerine geldiğinde grup toplantılarını basına açık yaparlar. Basına açık olunca, gazeteciler söylev dinlerler. O yüzden basına açık toplantılar azıcık tatsız olur. Gizliliğin, gizli toplantıdan haber sızdırmanın zevki yoktur. Basın toplantısının bir benzeri yani. Televizyon kameraları da olduğu için, milletvekilleri, daha düzgün dururlar. Arkadaşlarıyla şakalaşanlar, şakalara ara verirler. Yanaşık düzende otururlar, sessizce. 12 Eylül partisi ANAP'ın grubu, daha eğitimlidir. Kürsüde Turgut Bey konuşuyor ha konuşuyor. Onlar, kuzu gibi dinliyorlar. Turgut Bey, arada bir ortaya bir soru atıyor, örneğin:
Anayasa değişikliği sırasında, her madde için 267 gerekli mi? diye soruyor. Parmaklar kalkıyor, kimi ayağa kalkıp, bilgiç bilgiç:
Gerekli efendim, her madde oylanırken 267 oy gerekli! diyor.
Hımmm, peki, 175'i reddedip, seçmen yaşını indirmeyi, milletvekili sayısını çıkarmayı benimserlerse?
Olabilir efendim!
Bizim sayımız yetmez zaten diyor Turgut Bey. Ama siz hepiniz Mecliste hazır bulunacaksınız. Oylamada hepimiz olalım..
İki kişi yok! diyor biri.
Yok mu? Neyse, biz olalım da...
Toplantı, konuşma böyle sürüp gidiyor. DYP grubuna uğradım. Orada Hüsamettin Cindoruk konuşuyor. Selâmlaştık. Hinthorozunu dinleyemedim. Erdal Bey şöyle demiş;
Geçen gün pazara gittim, orada konuşulanları ben söylesem, dokunulmazlığım kalkardı!
Van’daki gericilik olayına bir Erdal Bey değinmiş. Kınamış. SHP, anayasanın 175. maddesinin değişmesine karşıydı.
Turgut Bey'i dinlerken düşünüyordum. Bu anayasa değişiklikleri, esas yönünden Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyecek. Ancak, oylama aksaklığı gibi biçimsel konularda götürülebilecek. 1961 Anayasasında vardı, anayasa değişikliklerinin de, Anayasa Mahkemesi'ne götürülebilmesi. 12 Mart sonrasında, değişiklik yapılarak, bu önlendi. 12 Eylülcüler de benimsediler 12 Martçıların değişikliğini. 1961'in ne zararını görmüşlerdi bu konuda? Yasa gücünde kararnameler yöntemiyle, Meclis devreden çıkarılmıştı. Anayasa değişikliklerinde de Anayasa Mahkemesi devre dışı kalmış oluyor. Turgut Bey, istediği kadar:
175’i kabul edin, vallahi onu kötüye kullanmayacağım! desin...
Gerçekte yasaklar kalkmasa. Turgut Bey, öyle bir sevinecekti ki, by-pass’lı yüreği yağ bağlayacaktı! Yasaklılar, dört kişi mi? öbür yasaklılar ne olacak? Türkiye yasaklar, yasaklılar ülkesi olmadı mı?
Öğle olmuştu, Cüneyt'le Meclis lokantasına gidip, yemek yiyelim dedik. Meclis lokantası tenhaydı. Bir gazeteci:
Oruçlular da ondan, dedi.
Tümü mü oruçlu?
İki çeşit, bir oruç tutanlar var, bir de oruç tutar görünenler var! Onlar da lokantaya gelemiyorlar.
Meclis lokantası yine ucuz. Üç kişi, Cüneyt, Canan Gedik'le birlikte etli, çorbalı yemekler yedik. Cüneyt toplam 1750 lira ödedi!
Büroya gitmek için çıktık. Hinthorozu Erdal Bey, Genel Sekreteri Fikri Sağlar, öğle yemeklerini yemek için lokantaya geliyorlardı. Erdal Bey:
Nasılsın, iyi misin? diye sordu.
***
Bugün Cumhuriyetin 63. yılı doldu. 64 yaşına bastı. Tüm okurlara. Cumhuriyeti yaşatanlara kutlu olsun.