Taşlamalarla, İzlenimler...

Ülkü Tamer, ozan Hasan Çelebi'ye, "Yanardağın Üstündeki Kuş" kitabını verirken, kitabının ilk sayfasına şunları yazmış:
“Kâğıdımız çaput bizim / Kefenimiz bulut bizim / Mesleğimiz umut bizim / Kıranlara selam olsun."
Hasan Çelebi, "İkiz Kuşku" kitabını imzalarken şöyle yazmış:
"Belleğimiz kâğıt bizim / Müziğimiz ağıt bizim / Beklentimiz öğüt bizim I Verenlere selam olsun." Sağ ol, Hasan Çelebi...
Hasan Çelebi, “İkiz Kuşku”da, çok kişiyi taşlarken, kendini de över. Eski ozanlar buna "Fahriyye" derlerdi. Buyurun:
“Son ustasıyım taşlamanın bunda yalan yok. / Ustamsa, işin kurdu tek öğretmenim Eşref. / Bir balmumudur dil ve aruz usta elimde / Benden büyük az kimse var, artık benim Eşref."
Hasan Çelebi, Artvin'in Borçka'sında doğdu, 1921’de Demirciler köyünde. "Kovboy Düzeni" başlıklı taşlaması. Savcıya mı ne?
"Böyledir, böyle bu kovboy düzeni / Günde milyar işi vurgun vurulur / Kimse vurguncuya sormaz da hesap / Her hesap, böyle küçük taşlamalardan sorulur."
Birkaç da portre örneği: "Hırsız dize çıkmışken adın bunca çalım ne? / Maldan, paradan başka değer yok mu sanırsın / Kurtulmaya davran şu eşek içgüdüsünden / insan olarak kendini bir b.. mu sanırsın?"
"Aklı kıt, algısı küt, beş para etmez bir uşak, / Ama zaptettiği koltukta adamdan sayılır. / Binerek sırtına Sam amcası şar şar işese / Bu vatan hizmetidir, der de keyiften bayılır.”
Bir "portre" daha! "Ense, gerdan o biçim, bir iri sirk hergelesi / Bu kalın gövdeye karşıt, sesi bir zenne sesi. / En somut simgesidir insan-odun karmasının / Tıpatıp taslağı ormandaki çam yarmasının."
Taşlama deyince usuma, "Muştala Eşref" de geliyor; ama Neyzen'i unutmayayım; bir dörtlük de Neyzen'den:
"Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler: / Kimi hırsız, kimi alçak, kimi ‘deyyus!’ dediler… / Künyeni almak için, partiye ettim telefon / "Sizdeki kayda göre, şimdi o "meb'us" dediler."
Mustafa Eşref, "Ankara Notları”na çok kez konuk oldu. Konumuz, "Kutsal çöldeki cinayet" ya. buyurun Mustafa Eşreften de bir dörtlük'
"Şu Uğurlugiller'in ünlü bacısı var ya / Bacı olmaya bacı, ama o kadar bacı. / Devletin parasıyla hacca giderse adem, / Hacı olmaya hacı, ama o kadar hacı"
* * *
Perşembe günü, Meclis'te Mekke'de hacda ölenlerin durumu görüşülecekti. Muhalefet, Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmıştı. Önce gruplar toplanacak, ardından Meclis. Saat 15.00 olmuştu, ancak ANAP'lılar, salona girmiyorlar, dışarıda kuliste bekleşiyorlardı. Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran "muhalefet" bakalım, bir başına çoğunluk sağlayıp, Meclisin açılmasını sağlayabilecek miydi? Hacı Turgut Bey, öyle bir seçim yasası hazırlayıp, çoğunluk sağlamıştı ki, muhalefetin sülalesi gelse, ona yetişemezdi, yani iktidara. "Vehbi'nin kerrakesi" de zaten orada başlıyor, öyle gidiyordu. Seçim yasasının o özelliği olmasa Hacı Turgut Bey Çankaya'ya tırmana mı bilirdi? Muhalefet içerideyken dışarıda bekleme, kimin buluşuydu? Hangi tepeden gelmişti bu ilginç buluş? Bu keskin zekâ, uslara seza (!). "Seza", lâyık, yakışır, demek
Kuliste laflıyoruz. Kâmran İnan'a takılıyorum. "Tanrının Bitlislisi"ne:
Siz, kuliste kalıp içeri girmiyorsunuz ya; böylece muhalefete de yol göstermiş oluyorsunuz; "Bakın, biz koridordayız, siz de sokağa çıkın! Siz de sokakta iktidar olun!" demek istiyorsunuz. Muhalefet bu dalgayı çakarsa, işiniz yaş! Cüneyt de var. Güngör de Faruk da başka gazeteciler de. Kâmran İnan, "2050 yılına dek iktidarda kalacaklarını" söylüyor. Cüneyt dayanamayıp yürüyüp gidiyor. Şakası bilme dayanılır gibi değil. Yıldırım Bey, geliyor bu sırada yanımıza, geçerken görüyor gerçekte Kâmran Bey, ona da söylüyor, söylediğini: "Sayın Ekmekçi'ye söylüyorum, 2050 yılına dek iktidarda kalacağımızı; ona bal armağan edeceğiz, iktidarımızı görmek için 2050 yılına dek yaşayacak!" diyor. Yıldırım Bey'in ne dediği anlaşılmıyor tam Hacı Turgut Bey’in kendilerini sevmediğini ikisi de biliyorlar mı acaba? ANAP'lı kimi üyelerin, dinlenceyi bırakıp dönmekten azıcık canları sıkkın gibi. İçlerinde yananlar var; ama, en çok yanan Recep Ergun mu ne? Güney Afrika delegesi gibi dolaşıyor kuliste. Kara, kapkara! ANAP’lılar, başsız gibi dolaşıyorlar. Niye ki Mesul Yılmaz, yalnız mı yalnız. Muhalefet daha iyi karşılıyor, güler yüz gösteriyor ona. Muhalefet içeride, toplantı çoğunluğunu bulamadı. İkinci turda, ANAP’lılar giriyorlar, kulis kapısından içeri. ANAP’lı Meclis Başkanvekillerinden Yılmaz Hocaoğlu, daha çok muhalefet milletvekillerini azarladı durdu. Sesini de kalınlaştırıyor mu ne? Kalınlaştırılmış sesle, daha iyi mi azarlanıyor milletvekilleri ne? Bu Meclisler, ne "davudi" sesli Meclis başkan- vekilleri gördü? Yassıada'ya giden Agâh Erozan, Yassıada'ya gidince, ne güzel ezan okurmuş yanık sesiyle!
Mustafa Yılmaz (Gaziantep), "Rabıta”nın götürdüklerinden kaç kişi ölmüş?" diye sorunca, Devlet Bakanı Cemil Çiçek. "Şimdi dinleyin de, bu Rabıta, filan, o neyse cevabını alırsınız" dedi. Daha sonra, özetle şöyle konuştu:
Yani, Türkiye'yi ne zaman bu sloganlardan kurtaracağız? Yani, slogan toplumu olmaktan ne zaman kurtulacağız da işin esasına ineceğiz? Bakın onu anlatmaya çalışıyorum. (ANAP sıralarından "bravo" seslen, alkışlar) Yani, Rabıta ile, şununla bununla alakası yoktur. Allah bin türlü belasını versin onun da bunun da...
Süleyman Bey de, Hinthorozu Erdal Bey de, DYP'li Köksal Toplan da, ANAP iktidarını epeyi hırpaladılar. Tam anlamıyla dövdüler. Arkada dinleyiciler locasında. Süleymancılar. Nurcular, hacılar, hocalar yerlerim almışlar mıydı? Sakallılar onlar mıydı?
Mecliste hiçbir şey çözümlenmedi, hiçbir şey aydınlanmadı. Ne Suudi Arabistan'daki baskılar, düzensizlikler gündeme geldi, ne de Suudi saraylarında "Harem”lerdeki Türk kadınları. Havanda su dövüldü, bitti..