Taşlamalar...

Taşlamacı Mustafa Eşref’in dörtlüğünün günü biraz geçti ya, yayımlamak istedim işte. Mustafa Eşref bunu, Turgut Bey Amerika'dayken yazmıştı, şöyle:
“Sence hiç dönme Özal, kal orada/Sen buyur, işleri Erdem görsün/Biz alıştık oradan buyruklara/Bari buyrukları bir Türk versin”
23 Nisan akşamı Meclis Başkanı Karaduman’ın kokteylinde Turgut Bey'i gördüm. Gazetecilerin sorularını yanıtlıyordu. Geç bir “Geçmiş olsun”dan sonra, şu soruyu sordum:
Sayın Başbakan, erken seçimden söz ediyorsunuz. 255 milletvekilini buldu grubunuz. Bir erken seçimde, bunlara nasıl yer bulacaksınız?
Turgut Bey, çenemi okşadı:
Sen merak etme, biz olduğumuzdan da çok getiririz! dedi.
Hinthorozu Erdal Bey'le ayaküstü söyleştik. Erdal Bey, önceleri erken seçimin yapılabileceğini düşünürmüş. Ancak, şimdi böyle bir olasılığı düşünmüyor O da benim gibi, Turgut Bey'in “erken seçim” konusunu laf olsun diye, ya gözleri başka yöne çevirmek, ya da çalı dibi taşlamak için ortaya attığı kanısında, “Bir şey atalım ortaya bakalım ne çıkar?” gibisine.
Turgut Bey, bazı şeyleri saklamasını iyi biliyor, örneğin, ABD'ye giderken herkes, onun Reagan'la görüşmeye gittiğini sanıyordu. Oysa, o gerçekte by-pass ameliyatı olmaya gidiyordu. Kafasında bu vardı. Ne zamandan beri mi? Çooook eski, hatta son olarak, gitmezden çok önce, bir kez ağzından “bypass” sözcüğü çıkmıştı. Maliye müfettişlerinin gecesinde, SHP'li Deniz Boy kafin “yasakların kalkması” konusundaki sözlerine:
Evren’i bypass etmek istemiyorum! yanıtını vermişti. “Durduk yerde 'by-pass'ın ne yeri var?” diye düşünüp durmuştum. Bu sözleri Turgut Bey'in, basında çıktı. Arkasından gitti, by-pass ameliyatı oldu. Turgut Bey, “Evren’i by-pass etmek istemiyorum” derken, kendisi by-pass olmak İstiyormuş da, haberim yokmuş! Gide gide, eski sınıf arkadaşıma güvenimi iyiden iyiye yitiriyor muydum ne?
Yine de erken seçimin olmaması için bir yığın neden arasında, bir başkası var ki, o da çok önemli. ANAP, kongrelere gidiyor. Delege seçimleri başlıyor. Arkasından ilçe kongreleri, il kongreleri, bu eylülü, ekimi bulacak. Kongrelerden iç yorgunluğuyla çıkan parti, kolay seçime gidemez!
Kimi eski politikacılara göre, bir erken seçim değil de, bir “öne alınmış seçim” olabilirmiş, “öne alınmış seçim, 1988 bahar aylarında olabilir” deniyor. SHP'nin, DYP'nin güçlendiklerini sezdikçe, seçimi daha ileri günlere kaydırır mı, kaydırır Turgut Bey! 7 hazirandaki yerel belediye seçimleri, Turgut Bey için, biraz moral olacak ama, oncağız moral yetmez gibime geliyor. ANAP oylarının yoğun olduğu kasabalarda belediye seçimleri yapıp, kazandığını ilan etmek, kurtarmaya yetmez paçayı. 7 haziranda seçim yapılmayan kasabalar hangileri, neden oralarda da yapılmıyor? incelemeye değer bir konu…
Neresinden baksam, ANAP'ın geleceği parlak gözükmüyor. ANAP uzak ya da öne alınmış bir seçimde, MDP’ye dönebilir. ANAP’tan başka “12 Eylül partisi” kalmadı! Ne Halkçı Parti kaldı, ne MDP. Demek, sıra ANAP'ta. Demokrasinin şaşmaz kuralı bu. 1982'lerdeydi. Kulislerde, yeni oluşacak partiler konuşulurdu. MDP'yi kuracak Turgut Paşa gözdeydi. Bülent Ulusu, nabız yokluyordu. Gençler, çocuklar içeride. 12 Eylül’e gelişin tek sorumluları onlardı sanki. Hasan Cemal “Tank Sesiyle Uyanmak”ta, yazılmayanları, ne güzel anlatır. Şu dörtlük yazılmıştı o zaman:
“Milli bir demokrasi kuracağız yepyeni/Yok öyle ne sol, ne sağ, orta ne de karma/Dört parti kurulacak seçim kanunumuzla/Hava, kara ve deniz, bir de seyyar jandarma”
Şaka tabii, geçti gitti, işte! Askersel yönetimler, yerlerini sivil yönetime bıraktı. ANAP ise, yerli yerinde duruyor! Hem de, git gide, üye sayısını arttırarak. Başka, bir şey umurunda değil, içerideki gençlerin, aydınların, işçilerin durumları onu hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Dar gelirli adam evine ekmek götürebiliyor mu? Bu enflasyon çıkmazında, kim nasıl yaşam savaşı veriyor, biliyor mu?
Üniversiteler ne durumda? Aziz Nesin onlara “uzatmalı liseler” diyor. Basın, üniversitelerdeki durumdan çok. Doğramacı'nın kırılan ayağıyla uğraştı. 1402’likler ne oldu? Ses yok. Şu taşlamayı da okuyorum:
“Uçurup merdiveninden kümesin/Kırdılar sağ bacağın ördekler/Olsa ördekçe yürek, YÖK yok olur,/Ah biz aydın geçinen ödlekler!”
“Açlık grevleri” üniversitede seslerini duyuramayan gençlerin, seslerini duyurma aracıydı, öyle de oldu. Ancak, bunu sömürenlerin de bulunabileceği düşünülmeliydi. Açlık grevi de, bir çeşit işkencedir. Kişinin kendi kendine işkencesidir bir okurumun dediği biçimde. İşkenceye karşı olduğumdan, açlık grevlerine de karşıyım. “Aferin çocuklar açlık grevlerini sürdürün!” demeyi kendime yediremiyorum. “Açlık grevlerini sürdürün!” deme yerine, kendim de, inanıyorsam, o grevlere katılmak isterim. Destekleyenler de öyle yapmalıdırlar! Hele gençlerin açlık grevleri, belirli, süreli de olmayınca, kesinlikle gençler üzerinde etkiler yapacak, büyük zararlar verecektir. Nazım’ın erken ölümünde, cezaevinde yaptığı açlık grevinin etkisi olduğu söylenir. Peki, bu gençler ne olacak? O gençlerin sınavları, kimlerin umurunda? Gazetelerde haber bile olmayan bir eylemi gerçekleştirmek, işin kabak tadı verdiğini göstermez mi? Gençlerle, gelecekle oynamaya kimsenin hakkı olmaması gerekir. Kendilerinin de. Bunca gencimiz günlerdir, emniyet odalarında “DAL” gruplarında gözaltında tutuluyorlar. Hükümet, alabildiğine baskı yapıyor. En küçük bir anlayış gösterilmiyor. Birkaç kişi biraraya gelse, arkasında “örgüt” arıyorlar. Saçma!
Üniversite öğrencisi, derneğini kuramıyor; beslenemiyor, açlık grevlerine ölümüne zorlanıyor. Bunun sorumluluğunu kimse alamaz. Bu sorumluluğun altından kimse kalkamaz.
Bugünün önemli olayı, İstanbul’daki Barış Derneği Davası’dır kanımca. Orada verilecek karardır...
* * *
Yontucu Hakkı Atamulu'nun yontuları İstanbul'dan sonra Ankara’da da sergileniyor. Bugün açılıyor Hakkı Atamulu'nun sergisi Bestekar Sokak'ta Selvin Sanat Galerisi'nde. Hakkı Atamulu, Türkiye'de en büyük Atatürk anıtını yapan yontucu. Yıllardır tanırım onu. Nevşehir’in Derinkuyu'sunda yaşar. Yapıtlarını orada oluşturur. Dünya tatlısı bir adam...