Taşıma Suyla Dönen Değirmen...

Kahkahalarıyla ünlü bir eski Bakan anlattı fıkrayı, şöyle:

— Biri, bir adamı öldürüp ağaca asmış. Sonra yakalanmış. Yargıç sormuş:

— Adamı ağaca niye astın?

Boynunu büküp karşılık vermiş:

— Çakallar yemesin diye!

Dünyada dertsiz olur mu?

Herkesin bir derdi var elbet. Anam:

— Herkesin bir derdi var, değirmencinin de su derdi var! derdi.

Doğa insana dertlerini unutturuyor mu ne? Pazar günü birkaç arkadaş Eymir gölüne gittik. Eymir gölü çamlığı ODTÜ'nün. Yollarda yürüdük birkaç saat.. Bu çamları da Kemal Kurdaş’mı dikmişti? On binlerce çam.. Yalnız, artık bakımsızlıktan, çamlar yer yer kurumaya yüz tutmuş. Her yıl, «Ağaç Bayramı» adıyla göstermelik bayramlar yapılır, yeni çamlar dikilirken, «eskiler ne oluyor?» diye bakmamışlar demek. Bir tepenin üstüne çıkıp, akşamüstü Eymir Gölünü seyrettik. Sonra döndük gerisin geriye.

Pazar günü Yunanistan'da seçimler vardı. Akşam telefonla Yunanistan Elçiliği Basın Ateşeliği’ni aradım. Sürmelis'le konuşup, haberleri soracaktım. Yardımcısı Bayan Mako çıktı telefona. Tanımıyordum:

— Bay Sürmelis yurt dışında!

— Nerede?

— Atina'ya gitti.

Yurt dışına değil, yurt içine gitmiş diye düşündüm. O da seçimleri izlemeye mi gitti acaba? Niye gittiğini sormadım. Bana ne? O, onların sorunu..

Bayan Mako'yu tanımıyordum ama, o söyledi:

— Bay Ekmekçi, siz telefonunuzu verirseniz ve seçimlerle ilgili gelişmeleri merak ederseniz size bildirebilirim...

— Çok sevinirim.. dedim.

Bayan Mako'nun ilk verdiği haberden seçimleri, Papandreu'nun partisinin kazandığı anlaşılıyordu. Uykusuz geçirdiğimiz seçim gecelerini düşündüm..

— Demokrasi tümümüzün sorunu çünkü..

Pazartesi akşamı, AST'ta Timur Selçuk'un konseri vardı. Ona gittim. Güzel çaldı, söyledi Timur Selçuk. Münir Nurettin'den söylediği şarkılarda bir Münir Nurettin, bir Timur Selçuk vardı yer yer. Haşan Esat Işık, Prof. Sadun Aren, Emre Kongar, tutukevinden yeni çıkan Nedim Tarhan da vardı konserde. Orada öğrendim; İsmail Hakkı Öztorun trafik kazası geçirmiş, yatıyormuş.

— Mustafa Ekmekçi siz misiniz?

— Evet...

— Dün akşam sizinle konuşmuştuk, ben Bayan Mako!

Nasıl sevindim. Emre Kongar, arka sıradan takılıyordu:

— Ekmekçi, dünya ile barışıktır!

— Timur Selçuk'tan dertlerimi unutmuş olarak mı, yoksa dertlenerek mi ayrıldım bilmiyorum. Devlet Tiyatrosu sanatçılarının başlarına gelenler geliverdi usuma. Devlet Tiyatrolarının yirmi yıl boyunca, genel müdürlükte oturmayı başaran genel müdürünün son işlemleri 1978 haziranında, genel müdürlüğe kısa bir süre de olsa, Ergin Orbey getirilmişti. Tiyatroda bir «çağdaşlaşma» ve «gelişme» umudu, tüm sanatçılarda bir sevinç, bir coşku yaratmıştı. Sanatçıların sevinci, coşkusu kursaklarında kaldı. Yeniden eski genel müdür başlarına geliyordu. Ergin Orbey'in DTCF gibi dar olanaklı bir yerde sergilediği, «Kurtuluş Savaşından Belgeler»ini düşündüm. Bir de, yeniden göreve gelen eski genel müdürün tutumunu.

Yeniden göreve gelince, ne yapsa yeri? Kendisine karşı saygılı tüm kurum mensuplarına giriştiği, yıldırma politikası, disiplin koğuşturmaları, geçici uzaklaştırmalar, sözleşme fesihleri, sürgünler birbirini izledi. Sanatçılardan bazıları, istifa yolunu seçtiler.

Şimdilerde, bir «turne» uygulamasına geçildi. Kültür Bakanlığınca, «Bölge Tiyatroları» olarak tanımlanan, ancak genel müdürlükçe, «Adana, Elazığ ve Erzurum turneleri» diye adlandırılan bu uygulama, sanatçılar arasında yeni kaygılara yol açtı. Şimdiye değin, turne programlarında gidiş ve dönüş tarihleri belirlenir ve duyurulurdu.

Duyuruldu, duyurulmadı değil. Ama, nasıl? On günlük programlar diyelim, uçak gidiş parası veriliyor, dönüş parası yok. On gün sonra, bir on gün daha uzatılır mı, uzatılmaz mı? Adana grubu daha önce gitti, Elazığ grubu dün yola çıktı. Sanatçılar, şu sorulara yanıt aradılar kafalarında:

— Nereye gidiyorum? Ne zaman gidiyorum? Dönüş ne zaman? Yoksa gittiğim yerden başka bir yere de mi gideceğim? Yoksa, temelli orada mı kalacağım? Askere giden bile, görevinin olağan koşullarda ne zaman sona ereceğini bilerek gider... Sanatçıların gönülleri alınmaya çalışılıyor.:

— Evladım, on günlük paranızı veriyorum. Dönüşte belki otobüsle getiririm, niye merak ediyorsunuz?

Biri çıkıp da sorsa:

— Ayten’ hanım niye çıkmıyor? Deniz hanım neden gitmiyor da, belirli kişiler, sürgüne yollanır gibi gönderiliyor turnelere? Dökme suyla değirmen mi döner?

Ayten hanımın «nasıl becerdi?» reklamı da, sürüp gitmekte. «Bağdat Hatun»u oynamış bir sanatçıya haksızlık bu. Hemen ardından reklama çıkması eleştiriliyor. Ayten hanımı kim harcıyor böyle? Reklam programı çok eski bir anlaşma besbelli. Ama, sanatçı, kendi sanatına, geleceğine de dikkat etmeli değil mi? Sanata, sanatçıya yazık olmuyor mu?