Tarık Ziya Ekinci’nin Anlattıkları...

Uzun yıllar siyasal sığınık yaşayıp, yurtdışında ölen TKP’nin Genel Sekreteri Laz İsmail (İsmail Bilen), genç sığınıklardan biriyle konuşurken sormuştu:
Sakal var mı? (eski dilde sakat, “ev", “çalı" demekti.)
Yok! dedi, genç.
Laz İsmail başını salladı:
Bir sakalın olacak. Başını sokacak bir sakal olmazsa çok kötü!
Bir sürgün için en kötü şey Akşam olup, herkes ortalıktan dağılıp, evine gittiğinde, senin de gidebilecek bir evin olmalı. Ortalık kararmıştır. Yağmur yağmaya başlar. Evin yoksa, nereye gideceksin? İşin var mı?
Yok!
Olmadı! Hemen bir iş bulacaksın Bir işinin olması şart. İşin olmadı mı yurt özlemi içini kaplar, hep onu düşünürsün. Bunalıma girersin, kurtulamazsın…
Türk işçiler, Almanyalara ilk geldiklerinde, hep istasyonlarda dolaşırlardı, Türkiye’den gelen birini görebilir miyiz, diye. Şimdilerde bu giderek azalmış gibi. Eee, ne de olsa ısındılar artık!
Yine de günün bir akşam saatinde, yüreklerde bir daralma olur; boğaz düğümlenir, ağlayacağı gelir insanın.
Yaz gelince, boşalır Avrupa’nın kuzeyleri, ortaları. İspanya'ya gidilir, İtalya'ya, Bulgaristan’a, daha da yakın olabilmek için Grek diyarına gidilir. Midilli’de, Sakız'da geçirilmek istenir yaz. Kıyılar görünmez kolay kolay. Karşıya bakılır, burun kemikleri sızlar..
Avrupa’da, çeşitli kentlerde dolaştığım sürece bunu gözledim, yaşadım.
Strasbourg’da, Server Tanilli'nin evinde, Tarık Ziya Ekinci'yle birlikteydik. Tanilli’nin yardımcısı Japon kızı Fromy, güzel yemekler hazırlamıştı. Akşam birlikte, Türkiyeli İşçiler Derneği'nin düzenlediği bir toplantıya katıldık.
Akşam, yemekte Prof. İrene Melikoff ile Tarık Ziya Ekinci’nin arasına düşmüştüm. Prof. Tanilli, tam karşıdaydı. Tarık Ziya Ekinci, 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde uzun süre yatmış, işkence görmüştü. Tarık Ziya Bey, baskılardan yılarak, Grek sınırından yurtdışına çıkmıştı. Eski TİP milletvekili Ekinci, Paris'te oturuyordu. Konuşuyorduk, şöyle dedi gençlere:
Gençlere öğüdüm, ülkelerine dönmeleridir. Yurtseverliğin birinci koşulu budur. Ülkeye dönüp, bilgiyi, görgüyü halkımızın hizmetine sunmak gerekir. Ülkenin ve toplumun gelişmesi, kalkınması için hizmet etme bilincini taşımak gerekir. Türkiye'nin en büyük yurtseveri Tevfik Fikret'in oğlu Halûk, Amerika'ya yerleşti ve orada öldü. Bu, çok acı bir sondur. Türkiye’de demokrasiye katkıda bulunmak, demokrasinin ilerlemesine çalışmak gerekir… 6 yıldır Paris'teyim. Paris'te bir tıp fakültesi hastanesinde konsültan hekim olarak çalışıyorum. Çok iyi koşullarda ve meslek onuruna yaraşır bir işim olduğu halde, ülkeme dönmek istiyorum. Halkıma ve ülkeme hizmet etme sorumluluğum var; tek koşulum, yasaların ve hukukun egemenliğinin sağlanmasıdır. 12 Eylül darbesinden hemen sonra gözaltına alındım, polisiye oyunlarla üç kez cezaevine girdim. Her seferinde, ağır sorgulamalardan ve işkencelerden geçtim. Diyarbakır'da "hamam“a (özel işkence yerme) götürüldüm. Hücreye kondum. Dayak, gözdağı, hakaretler olağan işlemlerdendi. Köpeklerle korkutuyorlardı. Gözüm bağlı 7 gün sorgulamada kaldım. Sorgumu yapanlar, kesinlikle ülkeyi terk etmemi, aksi halde öldürüleceğimi söylüyorlardı.
Doğubeyazıt'tan çıkabilirsin, şartlar hazır! diyorlardı. Biz, o zaman Mehdi Zana’yla ayrı koğuşlardaydık. Ona da çok işkence yapıldığı söyleniyordu. Üçüncü kez salıverilirken, yüzbaşı geldi:
Senin buradan cenazen çıkacak, bir daha gelirsen, sağ çıkarsan, anamla zina edeyim ki öleceksin! diye konuştu. Bu yüzbaşının adı kitaplarda çıktı. Adını anımsamıyorum şimdi. Ben suçlu olduğumdan değil, fiziksel varlığımdan rahatsız oluyorlardı. Bir gün cezaevindeyim. Her emri yerine getiriyorum hakaret görmemek için. Komutan sarhoş geliyor. Beni çağırdı:
Doktor, bana bir ilaç ver, içimde bir sıkıntı var! dedi..
Bir gün, bir doktor arkadaşım binbaşı, açlık grevindeki birine gelmiş. “Gelmişken Tarık'ı da bir göreyim” demiş. Bizim komutanın rütbesi yüzbaşı, gelen ise doktor, ama binbaşı. Çağırdılar, gittim. Baktım, yüzbaşının suratı bir karış. Binbaşı olan doktor:
Üzülme Tarık, dedi, bunlar geçer... Suçumu sordu; ben güya, bir yaralı devrimciyi evime götürüp tedavi etmişim. Olmadı böyle bir şey Doktor binbaşı arkadaşım gitti. Sonra, hücreme üç er geldi. Belli yüzbaşı göndermiş; erler:
Sen, dediler, bizi tehdit mi ediyorsun? Komutanımızdan büyük rütbeli binbaşıyı getiriyorsun buraya?
Yok öyle bir şey komutanım! -Erlere “komutanım'’ derdik- Sonra, Sıkıyönetim Komutanı korgeneral, genelge yayımladı: “Yüksek rütbeli kişilerin cezaevlerini ziyareti yasaktır” dedi...