Tarihin Cilvesi...

Zarfın arkasında M.Dikerdem adını görünce nasıl sevindim. Kart da şöyle: Bir güvercin kanatları el olmuş, dünyayı almış arasına. Mahmut Dikerdem, Cerrahpaşa'dan göndermiş kartı, hastaneden. Şöyle yazmış:
“Sevgili Mustafa Ekmekçi,
Hatırlanmış olmaktan duygulandım, sağ olun.
Ben de size, sayın ailenize ve Cumhuriyet'teki dostlarıma yeni yıl için en iyi dileklerimi sunar, sevgiyle gözlerinizden öperim."
Günlük olayları izlerken, gözüm gerilere kayıyor zaman zaman; tarihçiye, öteberi hazırlamak görevimizmiş gibi geliyor. “TDK listesine girenler"i yayımladım, Mehmet Kaplan'ın Atatürkçülüğe karşı düşüncelerini, Hasan Ali Yücel'in karşılamasını yayımladım da. Tarih Kurumu’nda neler olup bittiğini, oraya kimlerin girdiğini daha açıklamadım. Oysa, notlarım arasında durup durur!
6 ocak akşamıydı, Iraklıların kokteylinde, Macit Paşa’yı görüverdim; yanımızda Talip Apaydın’la eşi Halise Apaydın da var. Macit Paşa'yla konuşurken konu ne olur? “Yorgun Savaşçı!''
Yaktımdı, yakmadımdı; konuşuluyor. Bülent Ulusu’nun imzası var mıydı örneğin?
Elbette!
Hımmm... Peki, azıcık daha açsanız Paşam!
Açamam, bunlar tarihe kalır!
Benim işim ne? Tarihçiye doğru doğru dosdoğru, bilgilet iletmek değil mi?
Bir Okur, "Güle güle Ulusu…" başlıklı “Ankara Notları" üzerine bir mektup yazmış, “Siz Yorgun Savaşçı'nın yakılmasında imzası olan Ulusu’ya nasıl güle güle, dersiniz?" diye sormuştu. Okur, gazeteden aramış, bulamamış. Evin telefonunu da öğrenememiş, o nedenle mektup yazmış. Kendi telefonunu da yazmış. Aradım, konuştum. Ulusu'yu bulamadığımı, bulduğum zaman yine arayacağımı bildirdim. Okur, eski bir askeri yargıçtı, avukatlık da yapmıyordu. Şöyle dedi:
Sizin beni telefonla arayarak, bu bilgileri vermeniz yetti…
Yine görüşmek üzere, telefonu kapadık. Ama, yine de görevimi tam yapmış saymıyordum. Sonunda, Ulusu'yu buldum. Sordum:
Sayın Ulusu, böyle böyle, "Yorgun Savaşçı”yı sizin yaktırdığınız söyleniyor, ne diyorsunuz?
Ben filmi görmedim, yakılması emrini de ben vermedim!
Peki, imzanız olduğu söyleniyor...
İmzam varsa bile, o pas atmadır.
Tarihçinin işi nasıl da güç, düşünebiliyor musunuz?
Yeri gelmişken söyleyeyim, Mete Tuncay, “Tarih ve Toplum" adında aylık bir tarih dergisini yönetmeye başladı. İlk sayısını aldım. Tarihe meraklı olanlara önermek isterim...
25 aralık İnönü'nün ölümünün onuncu yılıydı; Paşa, mezarında anıldı; kızı Özden Toker, "İnönü Vakfı' başkan yardımcısı olarak basın toplantısı yaptı. Basın toplantısı sırasında, karıkoca, Nermin Neftçi'yle Nizamettin Neftçi, ellerinde bulunan bazı belgeleri, İnönü Vakfı’na vermek için getirmişler, orada oturuyorlardı. Getirdikleri, “İnönü'nün nöbet defteri", filan gibi belgelerle, bir de üzerinde İnönü’nün resmi olan bir yüz liralıktı. Özden Toker, verilen belgelerin tümünü okudu da, o yüz liralığı atladı. Okursa, belki de:
Hımmm, Atatürk'ün resimlerini paralardan kazıyıp, kendi resmim koydurmuş! diye düşünenler olur diye mi usundan geçirmişti ne?
Günlerdir konunun üzerindeydim; İnönü, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, neden paraların pulların üzerine, kendi resmini koydurmuştu? Bunu bir iki kez, meclislerde açıkladı. Atatürk'le birlikte böyle düşündükleri için böyle yaptığını söyledi. Ama, işin bir başka yüzü daha vardı. Elbette, İnönü, onaylamasa, paraların pulların üstüne resmi konmazdı. Ancak bunu, bir öneren ve buna İnönü'yü inandıran olmalıydı. Bu, öğrendiğime göre, Dr. Refik Saydam’dı. Atatürk'ün Erzurumlardan getirdiği, arkadaşı. Atatürk kabinelerinde Sağlık Bakanı, İnönü’nün Başbakanı.
Atatürk hasta olduğu sırada, Savarona'da yatarken, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam görmeye gelir, Atatürk kabul etmez Saydam, geri döner. Kısa bir süre sonra, Dolmabahçe’de görmek ister; Atatürk yine hastadır. Bir sürü doktor, ona bakmaktadır. Sağlık Bakanı da gelmiş ne iyi! Onu, yine kabul etmez Atatürk. Geri döner...
Adını şimdi açıklamayı gerekli görmediğim, o günleri ve olayı yaşamış bir kişi, şöyle dedi:
Dr. Refik Saydam, bundan sonra. Cumhurbaşkanı olunca. İnönü’yü ikna etmeye çalıştı, paraların pulların üzerine kendi resmini koyması için. Resimler konunca eleştiriler geldi ve İnönü hemen bu uygulamadan vazgeçti. Ama, izi kaldı...
İnönü, Savarona’ya, “Beyaz Tren"e bindiği için de eleştirilmiştir. Oysa, onların ikisi de Atatürk'ten kalmıştı Atatürk'e söz söyleyemeyenler, İnönü'ye yükleniyorlardı.
Bu yıl eylülde, İnönü'nün doğumunun yüzüncü yılını kutlayacağız. Herhalde değil, kuşkusuz pullara İnönü'nün resmi konacak. Talihin değil, tarihin güzel bir cilvesi işte!