Tahtakılıç’ın Konuşması...

Barış Derneği Davası sanıklarının, 21 ağustos salı günü, Askeri Yargıtay’da yapılan duruşmalarına geç gittim. Savunmanlardan çoğu konuşmuşlardı. Son olarak, eski Milli Eğitim Bakanlarından, savunman Ahmet Tahtakılıç söz aldı, konuştu. Ertesi günü baktım, gecikmeden olacak, Tahtakılıç’ın konuşması basında hemen hemen yok gibiydi. Bu "Ankara Notları”nı Ahmet Tahtakılıç’ın konuşmasına ayırmayı düşündüm. Tahtakılıç, Askeri Yargıtay'da duruşmada yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi:
"Sayın yargıçlar,
Kısa konuşacağım, konuşmamı beş dakika içinde bitireceğim. Kanaatim odur ki, iki nedenle bu davanın binlerce sayfalık dosyası, kararınızdan sonra da, yıllar yılı akıl almaz bir hukuk uygulaması ve toplumsal sorun olarak, incelemelere ve seminerlere konu olacaktır.
Birinci nedeni şöyle özetleyebilirim: iddianame ve kadamelerdeki esasa ilişkin mütalaalar çelişkilidir. Tutuklamalar, tutukluluğun sürdürülmesi, ayrıca hükümle birlikte yeniden tutuklama yoluna gidilmesi gereksiz ve gerekçesizdir. İnceleme aşamasında savunmalar objektif olarak hiç değerlendirilmemiştir.
Benden önce söz alan avukatlar, bu noktalar üzerinde yeterince durdular ve açıklama yaptılar, katılıyorum.
Davanın özelliğini oluşturan ikinci önemli nedene gelince: 1980’li yıllarda, 21’inci yüzyılın eşiğinde bütünüyle insanlığın ve hemen tümüyle devletlerin ortak kaygısı haline gelen barış konusunun ülkemizde, bu amaçla kurulan bir derneğe yönelik ceza davası haline gelmesi ve tutuklu suçlular oluşturmasıdır kuşkusuz.
İşte ben, davanın bu yönü üzerinde açıklamalarda bulunacağım yüksek mahkemenizde.
Evet, çağımızda insanlığın ortak kaygısı ve baş sorunu, her çareye başvurup, dünyada kalıcı bir barışın sağlanmasıdır. Sıfatımız ve görevimiz ne olursa olsun, hepimiz bu kaygının esiri ve barış amacının gönüllüsüyüz, içimizde, çağımızda barış yalnız amaç değildir. İnsanlığın ortak kaygısı, yok olmaktan kurtulmaktır. Bu kaygıyı, içinde bulunduğumuz ayda, "Hiroşima Faciası”nı bir daha hatırlayarak, birlikte yaşadı insanlar, tüyler ürpertici yönünü tekrar hatırladı.
Devletler, onları yönetenler düzeyinde de bu kaygı, pek dışa vurulmasa da, iyiden iyiye egemendir, etkindir. Çünkü barışın dışındaki tek yazgı yok olmaktır tüm uluslar için. Bu gerçek sık sık devletler düzeyinde toplantılar yapılmasını zorunlu kılmakta, herkese barıştan söz ettirmektedir. İşte Helsinki (detant-yumuşama) toplantısı. Orada devletimiz adına açıklanan bildiri şöyle sonuçlanıyor: "... Bitirmeden önce, insanlığın barışı, adaleti ve refahı arzuladığını söylemek isterim. Bu hedefler arasında kuvvetli bir bağ ve dayanışma vardır. Adalet olmadan barış olmayacağı gibi, barış olmadan da refah olmayacaktır.. Böyle bir gelişme, içinde insan değerinin ve insan haklarının gerçekten korunacağı bir uluslararası toplum kuşağının oluşmasına yardım edecektir." Bu görüşü destekleyen bir başka bildiride de deniliyor ki: Politik, felsefi veya dini inançlarına bakılmaksızın bütün barışsever güçlerin Avrupa'da ve dünyada güvenliğin ve barışın korunması konularında oynayacakları önemli rolleri olan tüm halkların bir araya getirilmeleri ve aralarındaki işbirliğini güçlendirmeleri gereklidir.." Sayın yargıçlar, bu bildiriyi yapan da Romanya Devlet Başkanı'dır. Kaldı ki, "Barış içinde birlikte yaşamak ilkesi" Cumhuriyetimizin temelini oluşturur.
Öteki güçlü düşmanların desteği ve itelemesiyle, yurdun Ege Bölgesi'ni işgale kalkışan maceracı Venizelos'u mağlup edip yere seren ulusumuz, onu açılan yaralar onmadan kabul ederek barışa yönelmiş ve "Balkan Paktı”nı meydana getirmeyi yeğlemiştir. Güvenlik ve barış için.. Ancak bu sayede insanımız yaşam hakkına kavuşmuş, yurdumuz öksüzler diyarı halinden çıkıp, analı babalı çocukların yurdu haline gelmiştir. Dahası var. 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı'nda bütün dünya çocuklarını çağırıp bağrımıza basıyor, törenler yapıyoruz. Niçin? Barış için. Dünya çocuk parlamentosu oluşturulması önerisi de bizden gelmiştir geçmiş yıllarda.
Sayın yargıçlar, davayı açan savcı, barışı mukaddeslikle nitelendiriyor iddianamesinde. Ben oraya kadar vardırmıyorum işi ama. Kendisinin barışı, kızıl, yada ak, ya da kara diye renklere ayırmasına, barış amacını suçlamaya gitmesine akıl erdiremediğimi vurgulamak isterim. 23 Nisan çağrılarının amacı, barışın kızıllığını, akını ayırdetmeksizin dünya barışını sağlamaktır.
Örneğin bu davada, ölmüş olan şair-Nâzım Hikmet suçlamaların odak noktası yapılmıştır, bir tehlike çanı çalarcasına.
Mahkemede soruldu dernek başkanı Dikerdem'e, "Nâzım Hikmet'i anmışsınız" diye. Şöyle yanıtladı Dikerdem soruyu: "Nâzım Hikmet'i, dünya ölçüsünde büyük bir şair olduğu için övünçle anarım Türk olarak. Barış davacılığındaki beraberliğimize değer veririm. Siyasi görüşü beni ilgilendirmez..” Nasıl suçlanabilir bu açıklama ve açıklamacı?
Sayın yargıçlar, bu davanın ayrıntılarını inceleyeceksiniz, 21’inci yüzyılın eşiğinde bulunuyoruz. Titizlikle üstünde durulmak gerek, ülkemizde barış amacıyla kurulu bir derneğin kapanması istemi karşısında, sizden istirham ediyorum, barış adına ulus adına bu fikri koruyarak karar veriniz. Hemen söyleyeyim ki, böyle bir sonuç, böylesine gereksiz ve gerekçesiz bir dava yüzünden, bir daha, barış yolunda halk girişimi olamaz kolay kolay ülkemizde. Böyle bir sonuca varılmasına olanak verilmemesini ulus adına rica eder, saygılarımı sunarım."