Suudi Öykünmeciliği mi?

İstanbul’dan Cumhuriyet okuru, dostum, Ahmet Aşıcı‘dan yeni bir mektup aldım. Mektup yine domuz üzerine. Şöyle diyor:

Çok Sayın Dostum Mustafa Ekmekçi,

Sizinle ortak bir dostumuz var: Domuz. Bu hayvanı çok seviyor ve takdir ediyorum. Kimseye zararı yok: doğanın en zengin, sağlıklı, yararlı, lezzetli, et deposu; her şeyi yi­yor, kolay ürüyor, çabuk büyüyor, doğaya yararlı, sempa­tik. sevimli, kibar, şakacı bir hayvan.

Yabanisi toprağı sürerek, tohumların toprakla karışması­nı ve ağaç olarak yeşermesini sağlıyor. Domuzun yasakla­nıp yenmediği bütün ülkeler çölleşti. Çünkü keçiye yöneldi­ler. Keçinin gezdiği yerde ise, ağacın yetişme ve barınma olasılığı yok. Keçi, en acımasız, en çevik kemirici. Ova, dağ. kayalık demez, usta dağcılar gibi tırmanır, taşların arasında saklanıp büyümeye çalışan, masum, körpe fidan­ları kıtır kıtır yer. köküne kadar kemirir. Alt dişleri jilet gibi­dir. Onu doğanın başına bela eden, 5500 yıl önce, Hazreti İbrahim’dir. Urfa'da oğlu İsmail’i ‘Allah’a kurban ediyo­rum’ diye, gözlerini bağlayıp kesmeye kalktığı zaman, amacı domuzu yasaklayıp yerine koyunu koymaktı. Ancak, keçi koyundan çok daha ekonomikti. Çoğalıverdi. Her şeyi kemirdi. Ne orman bıraktı, ne çatı çırpı. Her yanı çölleştirdi. Hazret'in yanlış ve kendi koyunları satılsın diye yaptığı he­sap öteki Hazretler tarafından da düzeltilemediği için Orta­doğu'da ne ağaç kaldı, ne su, ne de canlı. 'Ekolojik denge, ekolojik denge!' diye kasım kasım kasılarak söylenen; el­ma ile armut ağaçlarını ayıramayan, inekle öküzü birbirine karıştıran sosyetik çevreciler, nerelerde geziyorsunuz? Temel gerçek yerde. Burjuvanın göğe bağlı soyut kültür ege­menliği binlerce yıldır, yalnızca beyinleri değil, toprağı da çölleştirip, toz hafinde göklere savuruyor, insanın usu hâli havada. Yere ineceği de yok. Çünkü bu Suudi emperyaliz­mi ile Batı emperyalizminin işine gelmez. Onların besledi­ği yerli işbirlikçilerin de işine gelmez. Okullarımızın hepsi ‘Mezarcı fabrikası.'

Ne olur bu mektubumu yayımla. Çok dertliyim. Yanakla­rından öperim...

***

İstanbul eski Belediye Başkanı Nurettin Sözen'le 26 mart akşamı telefonla konuştum. Evinde oturuyor, TV’de Hacı Necmettin Erbakan’ı izliyordu. “Sonra ararım "dedim. Ara­dım, sordum:

Erbakan’ı nasıl buldunuz?

Çok enteresandı!

Hacı Necmettin Erbakan, 1926 yılında Sinop'ta dolmuş­tu. Babası Sinop’ta Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Meh­met Sabri Bey'di. Ona neden dolayı “Arap Hâkim" derler­di? Bunu pek kimse bilmiyor Necmettin'e de "Arap Hâkim'in oğlu" derlermiş. Hacı Necmettin Erbakan, Batı öykünmeciliğinden sık sık söz eder de, Suudi Arabistan'a toz kondurtmaz. (Öykünmek, Arapça 'taklit etmek' demek). Nurettin Sözen'e sordum:

Nasıl değerlendiriyorsunuz seçim sonucunu?

-Refah'ın şeysi ortada. Refah, bir umut partisi haline ge­liyor. Bizim de kendi gerçek seçmenimize, kendimizi iyi anlatamadığımızı, umut veremediğimizi söylemek istiyo­rum. Yani, çelişkili davranışlar, seçmenimizin bize çok güvenmediğim, seçmene umut vermediğimizi ortaya koyu­yor. İşin gerçek yanı bu. te yandan ben DYP ile ANAP'ın durumunu önemsemiyorum. ANAP'ın durumu ortada. Umut olmadı. DYP de, bütün karışmalara, bütün hükümet yetkilerim kullanarak hükümetin olumlu notlarını kendi ha­nesine. olumsuz notlarını SHP'nin karnesine yazarak, an­cak oyunu koruyabiliyor, hatta oyları da düşüyor. Dolayısıy­la DYP'nin birinci olması, çok partinin katıldığı çok partili bir seçim sistemi olmasındandır. Yoksa buna başarı demek doğru değil. Bence burada Refah ile SHP'nin üzerinde dur­mak gerekiyor. Yani, SHP umut verememiştir. Refah da umut vermiştir. Gerçek bu SHP güven verememiştir kendi seçmenine. Refah da güven vermiştir. Birinin oyu artmış, birisi düşmüştür. Tabii bu arada Refah'ın artışında. Demok­rasi Partisi'nin (DEP) oylarının da rol oynadığı saklanamaz bir gerçek.

DEP oylan Refah 'a mı gitti?

Tabii Refah'a gitti!

Her yerde mi?

Her yerde, her yerde..,

Ben, DEP in seçimlere girmemesini eleştiriyorum.

Elbette, DEP seçimlere girseydi, Refah bu düzeye gele­mezdi. Bugün yüzde 25 le İstanbul'da büyükşehir belediye başkanlığı seçimini alıyor, benim oy oranım yüzde otuz al­tıydı. Yani, dört kişiden üçü belediye başkanına karşı. Bir arıza var bu işte.

-Doğru.

Yani, çok parti girince seçime, sonuç böyle oluyor. Bu demokrasinin bir sonucu ama, bir zaaf olduğunu da gör­mek lazım.

Seçimlerin kaybında, sizin aday gösterilmemenizin ro­lü oldu mu?

Ben o zaman konuşup, partimin seçim şansını etkile­mek istemedim. Ama, anımsarsınız şunu söyledim: "Ben seçimi kazanacağıma inanıyorum. '' Bu. benim 18 ilçe ge­zerek, sendikaları, sivil toplum örgütlerini gezerek, bazı kentlerin gecelerine, yemeklerine giderek edindiğim izle­nimdi ve maalesef, dediğim gibi, aday olmadığım için, bu şansımı kullanamadım.

Siz bir kokteyl verip ayrıldıktan sonra, vaktiyle sizin aleyhinize yazan yazarlar da övmeye başladılar değil mi? Aleyhinize yazanlar, ayrılırken. "Nurettin Sözen yalnız bı­rakıldı!" diye bile yazdılar...

Bütün yazarlar, aday olmazsam övgüler yazıyorlar, sağ olsunlar, bu tabii beni sevindiriyor; fakat aday olmadığım ortaya çıktıktan sonra...

-Anladım. Adayken?

Evet, adayken bunlar yazılmıyordu. Bunu en iyi siz an­larsınız...