Genç, ancak deneyimli bir maden mühendisiyle konuşuyorum; konumuz maden işçileriyle, sorunları. Genç mühendis şöyle diyor:
İşçi madene inerken birbirine “Selamûn aleyküm" ya da “Günaydın" der; neyse. Vardiya biter, iş biter, herkesin yüzü, gözü kara. Bir alt dudak, bir dişler, bir de gözler bellidir; surat kapkara!
Zenciler gibi! ;
Zencilerden kötü, zenciler ne ki? Yıkanırsınız, gözleriniz rimelli çıkarsınız. Kirpiklerin arasına giren kömürü yaşam boyu çıkaramazsınız. Dikkat ederseniz, yeraltı işçisinin gözleri sürmeli sürmelidir. Kirpiklerin diplerine giriyor kara kömür tozu, çıkmıyor. Karşıdan baktınız mı, hemen belli olur yeraltı işçisi, kesinlikle. Görevi biten işçi, kafesten çıkar çıkmaz birbirlerine başlarlar!
Geçmiş olsun! demeye. Önüne gelen “Geçmiş olsun! der. Bunun anlamı da şudur: Yeraltına indiğin belli, fakat çıkacağın belli değil. Çıktığın zaman gazisin! İnen, çıkan gazidir burada. Çünkü savaşa gidiyorsun oraya. Doğa ile savaşa gidiyorsun. “Madencinin hakkı ödenmez” diye bundan derler. Doğa, bağrındakini vermemek için elinden gelen zorluğu gösterir Ekmekçi! Faylanma yapar, göçük yapar, su patlaması yapar, grizu yapar. Bu, insanoğlunun doğa ile savaşımı değil midir? Yontmataş, cilalıtaş döneminden beri insanla doğanın bir savaşımı var. Bizim doğanın bağrından kopardıklarımızı, doğa bir daha yerine koymuyor. Lütfen, madencinin emeğinin ödenemeyeceğini belirtin... ’
Madende, mühendisler de işçi statüsünde çalışırlar. Madencilikte, askerlik gibi bir disiplin içinde çalışılır. Mühendislerin altında çalışan işçilere, bilgili olanlarına “çavuş" denir. Onların da düz işçileri vardır, kazmacısı, arabacısı vardır, böyle gider.
Madenler genellikle dağın tepesinde olur. Yoksunluk bölgelerinde Zonguldak’taki durum ayrıcalık gösterir. Sanki maden bulunduktan sonra Zonguldak kurulmuş gibidir. Azından, daha sonra gelişmiştir. Mühendisimiz, daha önceleri Pozantı'da 1800-2000 metre yükseklikte, krom madeninde çalıştı. Yeni mühendisti, şantiye şefiydi. On yıl önce 28 yaşındaydı o zaman. Bir yere girdiği zaman, 50-60 yaşındaki işçiler ayağa kalkarlardı. Bu nedendi? Uğraşa, mühendise gösterilen saygıdan geliyordu...
Zonguldak'taki grevin bugün yirmi dördüncü günü. Zonguldaklılar, yağmur yaş demeden, toplanıp grevcileri destekliyorlar. Yeni sloganları “İşçiler el ele, genel greve".! Sendikanın, yüksek ücretler istediği filan yok; ancak ayda! iki milyon liradan aşağı düşmesini istemiyor... ;
Bir de “Kapatırız”, diyorlar ya nereye kapatıyorsunuz? Zonguldak beş bölge: Üzülmez, Karadon, Kozlu, Amasra yönlerindeki maden varlığı 1.2 milyar ton, görünür rezervi de 400 milyon ton. Yabana atılacak bir varlık mı bu? İşletildikçe artar bu rezervler. Yeraltında 1200 metreye dek çalışılıyor. İşçilerin ücretlerini çok bulanlar, milletvekili aylıklarını, ödeneklerini bir düşünsünler bakalım!
Grev bölgesine yardımlar sürüyor. Şimdiye dek İzmir’den, Torbalı'dan, İstanbul'dan SHP'den, İzmit’ten, DYP’den, DSP'den yiyecek yardımları gitti. Dün de Ankara Belediye Başkanı Murat Karayalçın 150 tona yakın yiyecek maddesi götürdü. 165 milyon lira da para yardımı toplandı. Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Yazmanı Rahmi Yıldırım da gitti, Murat Karayalçın'la birlikte...
* * *
Hafta içinde, çarşamba günü 'Devlet Opera ve Batesi’nde, sanatçılar, Genel Müdür Erol Gömürgen'le bir toplantı yaptılar. Sanatçılar kalabalıktılar. Şöyle dediler.
Devlet Opera ve Balesi’nden, baleyi ayırıp ayrı bir genel müdürlük oluşturulmasını istiyoruz. Sorunlarımızı ancak; o zaman çözebiliriz!
Genel Müdür Erol Gömürgen çok kızdı:
Olmaz efendim öyle şey! dedi. Yanında, Genel Müdür Yardımcısı Mete Ünal'la birlikte toplantıyı terk etti.
Bale sanatçıları, bu kırmızı pabuçlular, ne istiyorlardı?
Eski besteciler şöyle derlerdi:
Dansçının usu, aklı dizinin altındadır! Yani bacaklarıyla iş yaparlar, onlar düşünmezler!..
Ancak balecilerin usları başlanma gelmişti. Kafalarıyla dans etmek, yok olmamak istiyorlardı. Haklarını istiyorlardı. Atatürk’ten kalan son kurumun, balenin kurtarılmasını istiyorlardı. Semranım'ın yeğeni Erol Gömürgen'in başını çekip savunduğu, klasik baleyi “milli folklorik bale"ye dönüştürme çabaları açığa çıkmışta. Bale bölümüne ‘'folklor dersi" kondu. Davullar, zurnalar gelmeye başladı. Toplantıda, bu davul zuma olayı gündeme getirilince, Erol Gömürgen:
Davul zurnadan rahatsız mı oldunuz? diye sordu.
Davul, zurnanın bir yapıt içine girmesi sorun değil. Fakat klasik balenin kaldırılarak “milli folklorik bale" adı altında, davul zurnanın, ders biçiminde, klasik bale dansçılarına gösterilmesi yanlış... dediler. Davul zuma işini turizmciler yapıyor, hem de başarılı.
İlk kez, sanatçıların karşısına bir liste çıkıyordu alışılmışın aksine. Bestecisi yok, dekoratörü yok, koregrafı yok, genel- organizatörü var, bir de onun yanında devlet balesinin klasik dansçılar var. Sanatçılar tepki gösterdiler:
Biz, folklor yapmak istemiyoruz, biz klasik bale dansçısıyız. Biz, bu eğitimi aldık, bizim diplomalarımız ne olacak?
‘Bale’deki olaylar, Başrejisör İsmet Kurt’un başının altından mı çıkmıştı? İsmet Kurt, 1979’da, dört saat genel müdürlük yapmıştı. Nâzım Hikmet’in Ferhat ile Şirin’ini; sahneden kaktırmak için getirilmiş, dört saat içinde genel müdürlükten olmuştu. İsmet Kurt, Türkiye’nin en kısa yaşamlı genel müdürü müydü? İsmet Kurt, şimdi balede genel rejisör, bir de Semranım’ın yeğeni Erol Gömürgen'in sağ kolu” olunca, eski ‘kuyruk acısı’nı çıkarmak mı istiyordu ne? Baleyi yok etme çabaları, Semranım'ın yeğeni Erol Gömürgen'in göreve gelmesinden beri alevlendi durdu. Bakalım, davul zurna kazanacak mı, kazanamayacak mı?
23 Aralık 1990, Cumhuriyet