FİDEF yöneticileriyle, Düsseldorf'tan Recklinghausen'e gidiyoruz. Burada, Alman-Türk Derneği'nde, sorunlarını anlatacak Türk işçileri bekliyor. Recklingheusen’de dört maden ocağıyla burada çalışan bine yakın Türk işçi var. Haydar Türk;
Almanya, bizim için dibi görünmeyen bir kuyu... diye özetliyor sorunu.
Hüseyin Yakar da şöyle konuşuyor:
Biz göçmen işçi miyiz, misafir miyiz? Gitmek mi zor, kalmak mı?
İzzet Tunç:
Biz burada, ekmek uğruna gönüllü sürgünleriz! diyor ekliyor.
Siz bu yaz, Antalya'nın Serik ilçesinde Belekte Ozan Ak Oğuz Kehyâ'yı yazmıştınız. O bir gün karısına şöyle demiş; “Ben eşek, sen semer olduktan sonra, üstümüze kim oturmaz ki?”
İşçiler, yurda izine gittiklerinde karşılaştıkları kötü durumları anlatıyorlar. "Memlekete gidiyoruz, hastalanıyoruz, örneğin gözlerimden yakınıyorum. “Göz doktoru izinde.” diyorlar. Hastanın gözü çıksın mı doktor gelesiye? Duvarlarda 'Erken teşhis hayat kurtarır' diye yazıyorlar. Varıyorsunuz. “Bir ay sonra gel” diyorlar...”
Her biri, birer dert küpü. Konsolosluklar, “işkence evi”ne dönmüş. Askerlik konusu, harçlar, pasaportlar, her biri ayrı bir sorun.
Recklinghausen'e giderken Wuppertal’dan geçiyoruz, arkadaşlarım, yazar Nihat Behram'ın burada oturduğunu söylüyorlar. Engels de buralıymış. Oturduğu ev müze olmuş "Vuralhan olayı”nda adı geçen “seks otel”i de yakın bir yerdeymiş, kulağını çınlattık Uğur'un.
FİDEF, Almanya'daki Türk İşçilerinin federasyonu. "Solcu" bir kuruluş diye, çok kişi uzak duruyor. Almanlar da, kamu yararına dernekler arasında saymamışlar, politikayla uğraşıyor diye. Birçok Türk aydınını buraya çağırmışlar, ağırlamışlar...
FİDEF Başkanı Hasan Özcan, "işsiz" görünüyor. Başvurup sosyal yardım alacakmış. Hasan Özcan, Behice Hanım'ın cenazesini Türkiye'ye getirip, geri dönenler arasında.
Recklinghausen'in Belediye Başkanı Jochen Weld, sosyal demokrat değil, Kohl'un partisinden, ancak ilginç çalışmalar yapmış. Belediye binasında Nihat Sargın’la, Haydar Kutlu'nun salıverilmeleri için resim sergisi açmış. Serginin açılışında şöyle konuşmuş:
Bugün açtığımız serginin, sanatsal bir etkinliğinin yanı sıra siyasal bir nedeni de var: Uluslararası Af Örgütü, Sargın ile Kutlu'ya yapılan haksızlığı kanıtlamıştır. Bunun için onlara teşekkür ediyor. Türkiye'deki siyasal tutukluların salıverilmelerini istiyoruz. Biz, Türkiye'yle ilgilenmek zorundayız. Çünkü, burada çok sayıda Türkiyeli hemşerimiz oturuyor. Demokrasi konusunda bizden tavır bekliyorlar. Ayrıca, Türkiye Birleşmiş Milletlerin, NATO’nun, Avrupa Parlamentosu'nun üyesidir, İnsan Hakları Bildirgesi'ni, Helsinki Sözleşmesi'ni imzalamıştır. İmzasına sadık kalmalı, üyesi olduğu kuruluşların amaçları doğrultusunda çalışmalıdır...
Drethe Lücke adında bir bayan, Uluslararası Af Örgütü'nün yöneticisiymiş. Kentteki tüm derneklerin, örgütlerin desteğini alarak. Kutlu’yla Sargın'ın salıverilmeleri için bir hafta boyunca etkinlikleri örgütleyip, gerçekleştirmiş. Onu, papazlar da desteklemişler.
Reddinghausen'de "Marmaris" lokantasında verilen yemekte, Yeşillerden Friedel Kroes de vardı. O, Yeşiller'in yabancılar sorumlusuydu, yabancı işçiler, yabancı aydınlarla ilgili her sorunda etkin, içten çalışmalar yürütüyormuş. Siyasal tutuklulara özgürlük için elinden geleni yapıyormuş. “Marmaris lokantası"nı Cevat Kenaroğlu işletiyor. Karı-koca maden işçisiyken, lokanta açıp işletmeyi daha uygun bulmuşlar. Marmaris lokantası’nda o akşam yemekte şunlar vardı:
Yücel Feyzioğlu (yazar), Hamdi Maskar (işçi), Bahattin Erden (işçi), Friedel Kroes (memur, Yeşiller’den), Salih Aksoy (işçi), Hülya Aksoy (öğrenci), Sahider Aksoy (ev kadını), Bahattin Gemici (öğretmen), Ali Çolak (işçi), Tarık Özen (işsiz, FİDEF sekreteri), Salih Yiğit (memur), Hasan Özcan (FİDEF Başkanı, işsiz), Ömer Türk (işçi).
Düssekdorf'ta eski TSİP Genel Başkanı Ahmet Kaçmaz’la, TBK’lı Osman Sakalsızla konuştum. Çeşitli dergiler, Behice Boran’ın 12 Eylül’den sonra, 12 Eylülcülerin izniyle yurtdışına çıktığını yazmışlardı. Bunun doğru olup olmadığını sordum. Sakalsız:
Aslı yok, dedi. 12 Eylül olduğunda Behice Hanım, evinde yatıyordu. Kalp krizi geçirmişti. Ben, sıkıyönetim yetkililerine başvurdum: “Behice Hanım, kalp krizi geçirdi, hastadır. Tedavisi gerekir. Sonra, bunun sorumluluğunun altından kalkamazsınız" dedim. Hastaneye kaldırıldı. Birkaç gün yattı. Doktorlar, “evine çıkabilir" dediler. Behice Hanım’ı, hastaneden alıp çıkardık. Biz çıkarırken, kapıda nöbetçiler bekliyordu. Yalnız, çıkınca eve gitmedik, bir yakınının evine gittik. Ertesi günü de Behice Hanım, zaten yanında pasaportu vardı, yurtdışına çıktı. Hasta olan eşi Nevzat Hatko’nun yanına Bulgaristan'a gitti. Oradan Behice Hanım'ı, Avrupa Parlamentosu konuk olarak çağırdı Brüksel'e. Orada kaldı. Arkasından ben çıktım, Behice Hanım da ben de normal pasaportlarımızla çıktık. Yeşilköy'de bir görevli Behice Hanım'a, "Siz Behice Boran’sınız değil mi?" diye sormuş. Behice Hanım, "Evet” yanıtını vermiş, ancak her çeşit denetimden geçmişmiş o zaman. Memur, gidip gelmiş, bir şey söylememiş. Arkasından ben çıktım. Bir güçlükle karşılaşmadım. Biz yurtdışına çıktıktan sonra, “yurtdışına çıkma yasakları" geldi...
Yurtdışına çıkmış olan siyasal sığınıklar, sığınmacılar, ekonomik güçlüklerle karşılaşmışlar. İşsiz, güçsüz ne yapacaklar? Kolay mı, bir siyasal sürgünün oralarda yaşamını sürdürmesi. Çoğu, ayrı ayrı bir yerlere dağılmışlar. Almanya'da eyaletlerde, belli sayıda, sınırlı sayıda göçmen alınıyormuş. Bu nedenle bir yere yığılma olanağı yokmuş. O zaman anladım, buraya gelip sığınmacı olan aydınların neden çok dağınık biçimde, ayrı ayrı yerlerde oturmalarının nedenini...
Melike Demirağ'la, Şanar Yurdatapan Köln’le Bonn arasında Swisttal-1’de yaşıyorlardı. Kızları Zeynep, sekiz yaşına gelmişti. Melike'nin dinletilerini konsolosluk engellemek istemiş, engellemişti de. Konsolosluk, belediyelere mektuplar yazarak, "Melike Demirağ'ın dinletilerine izin verilmemesini" istiyordu. Dinletilerinden biri iptal edildi, gerçekleşemedi Melike, buna çok üzüldü. Ama, yurtdışında buna benzer olaylarla karşılaşacaktı. Sürgün her yerde yalnızdı! Ünlü bir sanatçı da olsa görevliler, ilgililer ondan bucak bucak kaçtıkları gibi, açlığa da mahkûm etmek istiyorlardı.
Türkiye'den bir tanıdık gelince, nasıl özlemle boynuna sarılıyorlardı gelenin, bu anlatılamaz. FİDEF'çiler, Cumhuriyet’ten Ulya Üçer, Köln Radyosu’ndan Turhan Dikkaya, öğretmen Gülsevin, Aydın Taşbaş, Osman Okkan daha birkaç arkadaş “Dom" yakınındaki "Piknik”te yemek yedik. Melike Demirağ'la, Şanar Yurtadapan da çağrımız üzerine geldiler. Konuşup, dertleştik. Arkadaşlar, Örsan Öymen’le, Mehmed Kemal’le, yıllar önce orada yemek yemişler, onu anlattılar, Örsan'ı andık, Mehmed Kemal'in kulağını çınlattık...
1 Mayıs 1988, Cumhuriyet