Almanya’da sürgünde, beş yıl çektiği kanserden ölen Sümeyra Çakır’ın, yurda getirilip Zincirlikuyu’ya, Ruhi Su’nun gömütünün yakınına gömülmesi ile ilgili yazılar geniş yankılar yaptı. Okurlar, şiirler, mektuplar yolladılar Sümeyra Çakır üstüne. Malatya'dan Haşan Gölbaş, “Sümeyra Çakır” başlığını koyduğu şiirinde şöyle diyordu:
"Uzatmıştı kanatlarını/Direngen türkülerde bir ucu/Bir ucu dağlarında ülkemin/Bağlama tellerinde/Her bir notayla beraber/Direniş meydanlarında süzülürdü
Allı bir turnaydı o/Bizim elden gidip de dönmeyen"
Daha sonra, şöyle diyor Haşan Gölbaşı 7.2.1990 günlü mektubunda:
"Merhaba,
Yazınızı gazeteyi almış gelirken yolda okudum. Sümeyra Çakır’ın ölüm haberinin üzüntüsünü bir kat daha arttırdı yazınız.
Yol boyunca yukarıdaki dizeleri kurdum, eve gelince de hemen kaleme aldım ve aynı akşam da size iletmek için makinenin başına oturdum.
Kendisini ilk kez Ruhi Su’yla birlikte söyledikleri parçalarla tanıdım. Sonra bir dostumun İstanbul'dan ilettiği “Allı Turnam” kasetiyle türkülerin o sonsuzluğunu, o acılardan süzülen direncini gördüm. Yeni tanıdım türkülerini, o sesi yeni duydum. Sümeyra Çakır'ın ölümü, tanımadan kaybetmiş duygusu verdi bana.
İnsan biraz da öfkeleniyor: bütün bir sanat yaşamı boyunca değer vermedik, sürgün ettik. Neden, diyor insan, neden bunca acıyı güzel insanlara veriyoruz?
Türkülerimiz acıyı söyler, sevdayı söyler, yılgınlığı söyler, ezilmişliği söyler ama direnci de söyler, ama mücadeleyi de söyler. Bir gün...
Kendinize iyi bakın. Birçok güzel insanımızı kaybettik; ihtiyacımız var halbuki güzelliklere...
Ağabey mi desem, amca mı desem, ne desem, nasıl hitap etsem diye düşündüm. Belki yaşıma göre, biraz uygunsuz olacak, ama ‘dost’ demeyi tercih ettim, hoşça kalın dost. 18 yaşında bir okuyucunuz.”
Hasan Gölbaş'ın 'dost' sözcüğünü yeğlemesine sevindim. İnsan, gençlerle genç olabiliyor. Dr. Erdal Atabek, bunu okuyunca çok sevinecek!
İstanbul'dan Berat Dizar da Sümeyra Çakır için şu şiiri yollamış:
"Bak gördün mü/Sevgiler tükenmiyor/Umutlar sönmedikçe/Sümeyra/Biliyorum şimdi sen aramızda yoksun/Gökyüzünde uçan o/Allı Turnasın artık/Beni tanımazsınız hiçbiriniz/Ama ben tanırım o Allı Turnayı/Tanırım ve severdim onu/Bak şimdi seni izliyorum/Uçuyorsun büyük bir coşkuyla/ ilk defa özgür oiarak/Seyrediyorum seni içim sımsıcak/Bak gördün mü/Sevgiler tükenmiyor/Umutlar sönmedikçe/Sümeyra/Bak ne çok sevenin var/Hadi kalk ve bak/Ne saf ne temiz sevgiler sunuyoruz sana/Vatanın kabul etmese de seni/Biz kabul ediyor ve/Senin türkünü söylüyoruz/ Ve hep söylenecek/Sümeyra’nın türküsü olarak”
Berat Dizar, kendisiyle ilgili bilgi vermiyor. Bir telefon numarası yazmış, aradım. Dedesi Mehmet Yıldırım çıktı telefona. Ona sorup, bilgi istedim. Berat Dizar, 18-19 yaşlarındaymış; soğuk demircilik, kaynakçılık yapıyormuş. Dede Mehmet Yıldırım da 90 yaşında
Denizli’den, bir bayan öğretmen (adı adresi bende) şöyle demiş “Nasıl Dayanmalı Can Ekmekçi?” şiirinde:
“Sana kolun için kart yazdım/Gidip kalbinden yattım/Sustum, korktum/Uzanamadım kâğıt kaleme/Neyse atlattın/Hepimizin sevincisin, canısın.
Muammer Hoca ile/Sümeyra bacım için/Başın sağ olsun/Başımız sağ olsun.
Madenlerde ölümler/Şehirlerde duman is/Denizlerde zehir/Sokaklarda çöp, pislik/Çökmekte her yönden/Ülkemizin üstüne karanlık/Nasıl dayanmalı bilmem bu aynlıkiara/Bitmeyen işkencelere, işkencecilere/Daha kimlere kimlere kimlere/De bakalım nasıl dayanmalı?"
İzmir'den bir okur da adını yazmamış, "Sümeyra’ya İzmir'den bir kırmızı karanfil" imzasını atmış: şöyle diyor:
“Sayın Ekmekçi,
Belki de köşenizde özenle yer verdiğiniz için, size Sümeyra Çakırla ilgili duygularımı yazmak istedim, ölümü, birçok insan gibi, beni de öylesine üzdü ki! Satırlarınızı okurken gözyaşlarımı tutamadım. Sümeyra’nın o iyi, o güzel insanın yaşamı bildiğim kesitleriyle hızla gözümün önünden geçti.
Üniversitenin ön yıllarında satın aldığım ilk kaset Sümeyra’nın ‘El Kapıları' kasetiydi. Onu uzun yıllar severek, duygulanarak, yaşayarak ve anlayarak dinledim. Bugün 1980 öncesinin elimde bozulmadan kalmış tek kaseti. Sümeyra'nın beyaz üzerine maviyle çizilmiş portresi ve başının üzerindeki barış güvercini hâlâ uçuyor.
Ne çok insanımız var el kapılarında. 10 yıl yurdundan uzak kalmak yeterince ceza değil midir? Güzel, aydın, direngen, insanlarımızın ölülerini, tabutlarını değil de kendilerini kucaklayabilmenin coşkusunu, sevincini biz 60 kuşağı tadamayacak mı? Bu hasretlik tükenmesin mı artık? Gözlerimizdeki yaşlar, yüreklerimizdeki türküler, gönüllerimizdeki uzak anılar, dağarcıklarımızdaki bilgiler, dizginlenmiş istenç karışmasın mı artık birbirine? Ne zaman yılların birikimini bugüne, bu ana, yaşadığımız dakikaya getirip, yeniden tanışıp sarmaş dolaş olunabilecek?
Sümeyra Çakır, o duygulu, içten ses yaşamıyor artık. O, barış türkülerinde, sürgünlüğün bitiş çizgisinde, demokrasi savaşımının çetin dönemeçlerinde, anılarda, bugün de, yarın da çocuklarımızın dilinde, yaşayacak, yaşıyor…"
22 Şubat 1990, Cumhuriyet