Süleyman Bey, Ektiğini mi Biçiyor?

Dereyi görmeden paçayı sıvayan Necmettin Erbakan'ın umutları yavaş yavaş sönüyor gibi. Önceki akşam "Kanal 6" uzgörecinde (televizyonunda), arada bir geğirerek(!) yaptığı konuşmada, nedenli gözdağı verir görünse de gözlerinin eski pırıltısı kalmamış gibiydi.
Zaman zaman, gazetecilere "Ben sayın cumhurbaşkanını iyi bilirim, o da beni iyi bilir" dediği günler geride kalmış sanki. Belki de Süleyman Bey'in Necmettin Bey'i geçmişten çok iyi tanımış olması, ona başbakanlığı vermesinin engeli!
Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz derler ya, o biçim...
Pazar günkü Milliyette, eski Cumhuriyetçi Nilgün
Cerrahoğlu'nun, Hacı Başbuğ'la (Alparslan Türkeş) bir konuşması vardı. Cerrahoğlu soruyor:
Onlarla iktidar deneyiminiz oldu. Erbakan'ı nasıl hatırlıyorsunuz?
-Bakın, 1991 seçimlerinde biz RP ile birlikte 61 milletvekili çıkarttık. Demirel'e gittim ve Refah’la koalisyon yapmasını tavsiye ettim. "Aman'' dedi Süleyman Bey,“ 12 Eylül'den önceki koalisyon döneminde neler çektim biliyorsunuz''. "Ben ahengi sağlarım" dedim. "Hayır bu mümkün değil" dedi. "Siz" dedi, "Onu benim kadar tanımazsınız. Üniversiteden arkadaşımdır. Onunla ahenk falan sağlanmaz" ve SHP ile koalisyon yaptı.
MC döneminde Erbakan ne sakınca yarattı?
İtirazcı ve zor bir kişiliği vardı. Tekelci davranıyordu. Her etkiyi kendi ellerine almak istediler. Bir gün oturuyoruz; Bakanlar Kurulu odasında. Süleyman Bey Başbakan, Erbakan da ben de Başbakan Yardımcısıyız. TRT Genel Müdürlüğü 6 aydan beri boş. Kimi teklif etsek. RP itiraz ediyor. Nihayet Erbakan bize birini teklif etti. Ben "Peki" dedim. Süleyman Bey de onayladı ve çekmeceden Bakanlar Kurulu kararnamelerinden birini çıkarttı yazacak; Necmettin Bey derhal itiraz etti: “Canım” dedi. "Ben daha arkadaşlarla görüşmedim. Öyle aklıma geldi de söyledim. Hemen yazmayın. Kabul edemem" dedi. Şaşırdık 15-20 dakika yalvardık. "Ne olur... Altı aydır tayin yapamıyoruz. Bitsin bu mesele" diye. Ne yaptıysak olmadı. Zordur...
Necmettin Bey, Odalar Birliği’nden, nasıl polis zoruyla çıkarıldığı günleri unutur mu hiç? Onu polis zoruyla, oradan çıkaran Süleyman Bey de unutmamıştır.
Bugün Süleyman Bey ne yapacak, sorun burada. Edindiğim izlenime göre Süleyman Bey, bugün “ön danışma" niteliğinde, parti başkanlarıyla bir toplantı yapacak
Süleyman Bey, bu toplantıdan önce, uzun uzun düşünmüş, taşınmış olmalıydı. Cumhurbaşkanı’nın Başbakanı ataması öyle, eski deyişle (lâyüs'el) yani Türkçesiyle “sorumsuz" bir iş değildi. Bu. Anayasa Mahkemesi'ne ya da YÖK'e üye seçmeye benzemiyordu. Orada, önerilen üç kişiden birini, az oyla da gelmiş olsa, seçersiniz olur biterdi. Kimse de bir şey diyemezdi. (Bu da haksız, yanlış ya neyse, konumuz o değil!) Neden en yüksek oyla gelmiş olanı seçmez ki? Hele üniversitelerde, koca koca profesörler dekanlarını seçemiyorlar biliyor musunuz? Rektör seçimsiz dekanı atıyor! Anayasacılara göre Cumhurbaşkanı'nın Meclis te hükümet kurabilecek birini seçmesi gerekiyor. Aksi halde, başarısızlıkta. Cumhurbaşkanı’nın da payı var demek. Bu açıdan Süleyman Bey’in bugün başlayacak "ön çalışma"sı, bir kanıya varmasını sağlayacak, o zaman "hükümeti kurma görevi "gündeme gelecek. Bu, öğleden sonra diyelim akşama doğru da gerçekleşebilir.
Şimdiye değin uygulama iki çeşit olmuştu; biri, seçimlerin ardından ant içmeden sonra; ikinci uygulama ise Meclis Başkanlık Divanı'nın oluşumundan sonra. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın seçime götürebileceği 45 günlük süre, başkanlık divanının oluşumundan sonra başlıyor. Bunun akside var; 1983 seçimlerinde, Meclis Başkanlık Divanı oluştuktan sonra hükümeti kurma görevi verilmiş.1987 seçimlerinde ise ant içme töreninden sonra görev verilmişti. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. 1 - Ant içmeden sonra hükümeti kurma görevi, 2 - Meclis Başkanlık Divanı'nın oluşumundan sonra görev. Bunun her ikisinin de geçmişte uygulaması var. Uzmanlar, Meclis Başkanlığı için konan 10 günlük süreyi çok uzun bulmaktalar; 3-5 gün içinde Meclis Başkanı seçilebilirdi deniyor.
Necmettin Erbakan’ın, yardımcısı Recai Kutan'ı araya sokarak hükümeti kurma görevini Süleyman Bey'in kendisine vermesini sağlamaya çalışması us dışı bir olaydı. Ayrıca, anayasanın 109. maddesine aykırıydı. 109. maddenin ikinci tümcesi şöyle: "Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır". Çok açık, Başbakan olabilmek için önce milletvekili olmak, yani ant içmek gerekiyor...
Şimdi, soracaklar biliyorum, bugünlere gelinmesinin sorumlusu kimdir diye. Elbette, başta Süleyman Bey sorumlu. O, cami avlusunda takke giyen ilk Başbakan olmasaydı, bir Necmettin Erbakan, "din sömürüsü" yaparak bugünlere gelebilir miydi? Süleyman Bey, zamanında uyarılmadı mı? Çoook! İsmet Paşa’nın “Bir ayağı Konya müftüsünde..." dediği Süleyman Bey'den başkası mıydı? Sonradan çıkan boynuz kulağı geçti işte! Nilgün Cerrahoğlu'nun kulağını çınlattım, bir de Bedri’nin (Koraman) kulağını çınlatayım. Bedri'nin 5 ocak cuma günü Milliyet'te yinelenerek yayımlanan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1995 ödülünü alan karikatürü unutulacak gibi değildi. Tansu Çiller, çakşırlı, beli kuşaklı Necmettin Erbakan'a yeşil cübbesini giydiriyor; Mesut Yılmaz, nalınlarını giymesine yardımcı oluyor. 1995'teki Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin leğenini, ibriğini hazırlıyor. Süleyman Bey de tepsi içinde kavuğunu getiriyor. Arkada, öbür dünyadan Adnan Menderes, Arapça ezan levhasını tutmakta. Erbakan da tümüne, ağzı kulaklarında "Berhudar olunuz!.." demekte, karikatürün va mı başka bi açıklaması?
Ne diyelim? Süleyman Bey, ektiğini mi biçiyor ne? Bir zamanlar, arabasında gezdirdiği Aydın Menderes şimdi nerelerde?