Süleyman Bey Değişti mi?

Çankaya Köşkü'nde Süleyman Bey, yüzüme bakıp:

- Hadi, konuş bakalım! der gibi, sessiz kalınca, “Ne de­sem?” diye bir iki saniye düşündüm. Söylemek istediklerimi bir türlü söyleyemedim. Örneğin, şöyle diyecektim:

-Süleyman Bey, siz İslamköy'de doğdunuz. Isparta'nın Gönen'inde bir Köy Enstitüsü vardı, belki buradan da gelip geçtiniz. Bu denli yakındı size. Ben Köy Enstitüleri'nde oku­madım, siz de okumadınız. Devletin parasız yatılı okullarıda okudunuz. Ama, bir tek gün Köy Enstitüleri’nden söz et­mediniz. Bu kuruluşların kapatılmalarının yanlış olduğunu ol­sun söylemediniz. Halkevleri'ne bir gün olsun değinmediniz! Neden?

Bunları söyleyemedim. Haluk Gerger'in siteminden son­ra şuncağızı mırıldandım:

-Sanki Türkiye, 1950-60'lardadır. Halk perişan ve sefildir. Bunun çaresi düşünülmelidir. Herkes şapkasını önüne koy­sun. Siz de koyun. Yurtdışından Türkiye'nin durumu tartışılmaktadır. Arkadaşımız Mahmut Tali Öngören yeni Avru­pa’dan -Portekiz'den- döndü. İzlenimleri korkunç. Ülkede kan gövdeyi götürüyor. Bir barış çağrısı yapamaz mısınız?

-Süleyman Bey, bu sözlere bozulmuş muydu? Özetle şu karşılığı verdi:

-Benim şapkam hep önümde. Her ülkenin sorunları var­dır. Türkiye'yi düşünürken varlarla yokları beraberce değer­lendirmek gerekir. Eğer varları görmezsek bu, evin bir pen­ceresinden bakmak olur. Diğer pencerelerden de bakarsa­nız, başka manzaraları da görürsünüz. Her evin bir arka kıs­mı vardır. Ülke sorunları içinde herkesi rahatsız edenlerin sa­vunmasını yapacak değilim. Ama bunlara teker teker ve iyi bakmak lazım. Evet, Türkiye'nin bir terör sorunu vardır, bir enflasyon sorunu vardır. Türkiye'nin işsizlik sorunu vardır, Türkiye'nin gelir dağılımındaki bozukluk sorunu vardır. Yani Türkiye gelirinin hemen hemen yüzde seksenini yüzde 20 alır, geri kalan yüzde 20 de yüzde seksene kalır. Bu sorunları var. Türkiye’nin büyüme, yücelme sorunu vardır. Bu, sorunlar. Türkiye'nin birçok da varları vardır. 15 milyon çocuğun oku­la gittiği Türkiye’de bu çok önemli bir olaydır. Ve en ücra kö­şesine kadar okulu götürebilmiştir. Efendim, eğitimin kalite­si.. Tartışılabilir. Güvenlik sorunu olmayan her yere okulu gö­türmüştür Türkiye. Ve bunu Cumhuriyet’in ellinci yılında gö­türmüştür. 1973 yılında götürmüştür. (Köy Enstitüleri kapa­tılmamış olsaydı, 1956 yılında, Türkiye'de okuma-yazma bil­meyen kalmayacaktı. M.E.) Eksik, noksanlarımız vardır. Ge­çen 48 yılda, çok partili hayatı istediğimiz ölçüde başarılı gö­türemedik. Inkıtalardan Türk siyaseti çok yara aldı. Her 10 yılda bir siyasi kadroyu fırına sokun, 10 sene sonra biçin...

“Güneydoğu" sorununa gelen Süleyman Bey, bu konuda da şöyle dedi:

-Burada aslında kim kiminle kavga ediyor, ona da iyi ba­kacaksınız. Birtakım adamlar ellerine silahları almış, Türki­ye'nin dışındaki birtakım adamlar, bunların ellerine silah ver­miş. 5 aylık çocuğu 70 yaşında kadını öldürüyorlar, 38 kişiyi duvara dizip kurşunluyorlar. Askeri, polisi şehit ediyorlar. Bu işi başlatan devlet değildir. Devlet bunu tesirsiz hale getir­meye çalışıyor. Halkı ve hukuku incitmeme gibi kavramlara şartlar içinde olabileceği kadar bağlı kalınmasaydı, bu me­sele çözülürdü. Bakın, burada bir çağrı yapıyorum; gelin bu­nu bırakın, bunun sonu yoktur. Türk devletinin hakkından gelinemez. Türk devleti, üniter, meşru devlettir. Her köşesi­nin ve her kişisinin devletidir. Vanlının, Karslının ne kadar hissesi varsa, Edirne, Muğla ve Kastamonulusunun o kadar his­sesi vardır. Çünkü, bu ülkeye sahip olmanın bedelini hepi­miz ödedik. Gelin adalete testim olun. Türkiye bir karış top­rağını kimseye vermez. Devlet kuracak, bayrak dikecekmiş­siniz. Mümkün değil...

Süleyman Bey, Türkiye'de sıkıntı içinde olan yoksulların bu­lunduğunu kabul ediyordu, ancak şunları da ekliyordu:

-Yalnız, kim hastane kapısına gider, "Paran yok!” diye te­davi edilmezse, onun da muhatabı benim! Böyle birisi var­sa, bütün kademeleri atlayıp bana müracaat edebilir! Dev­letin sosyal niteliği herkese verilecektir. (Hani, sosyal devlet yıkılmıştı!)

Çağdaş Gazeteciler Derneği yöneticisi arkadaşlarımla, Sü­leyman Bey'e giderken, basının sorunlarından söz etmeme­yi kafama koymuştum. Biz, basının sorunlarını kendi aramız­da tartışır, çözüm yollarını kendimiz bulurduk. Süleyman Bey -boşalmış zemberek gibi- konuşmasını sürdürüyor:

-... Türkiye'nin bağımsız yargısı var, basını var. Basının sıkıntılarını söylediniz. Basının birtakım sıkıntıları vesaire.. Bun­ların.. Siz söylemediniz ama, ben söyledim. Ama bunun dı­şında basının.. “Şunu yazın, bunu yazmayın” sıkıntısı yok. Her sabah gazetelerin hepsini okuyorum. Hiç kimseye ta ’nda da bulunmuyorum. Mahkemeye verdiğim hiç kimse yok. Geçen üç sene zarfında, yine icranın içindeyim, şu veya bu görev­le, Başbakan olarak, arkasından Cumhurbaşkanı olarak kim­seyle bir meselem yok. Şimdi şunu söylemek istiyorum ki, altı tane, yedi tane kanal var, herkes istediğini söylüyor. Ben sadece gerçeği söyledim. Bunların içinde beğenilmeyen şeyler olacaktır. Toplum eğer, demokratik haklara, özgürlük­lere, demokratik kurumlara sahip çıkmaya devam ederse, bunlar, bunları çözecektir. Kaç senedir siyasi hayatın içinde? 48! Kaç defa ağır yara aldı bu? Ve nihayet, bunların yarasını sara sara geliyorsunuz. Ve Türkiye’nin korkuları var, tarihten devraldığı sorunları var. Ve Türkiye’nin yıkılma korkusu. “Uçu­rumun kenarına geldik, aman yıkılıyoruz!" Bu korku, Halaskâr Zabitan Beyannamesinden beri geliyor. Bu müdahale­lerin hepsinde "Uçurumun kenarına geldik!" korkusu vardır. Bugün Türkiye'nin sorunu var. Türkiye’nin sorunu bölünme­me sorunudur...

Süleyman Bey'i dinlerken düşünüyordum: 30-40 yıldır Türk politikasının içinde olan Süleyman Bey değişmiş miydi? Yok­sa, “kırkyıllık…….?”

Bugün, Mülkiye'nin kuruluşunun 135. yılı. Kutlu otsun!

Mülkiyeliler Birliği “Rüştü Koray Ödülü" bu yıl, 20 Temmuz'da, Sivas’ta gericilerin yaktığı aydınların ailelerine veri­liyor. Kaymakamların çoğunun imam-hatipli olduğu bir dö­nemde, bu davranış, SBF'lilere yakışan bir davranıştır.

Bugün ayrıca, 80 yaşına basan Prof. Bahri Savcı’ya da “80 yaş ödülü” verilecek. Hocayı yine ağlatacaklar! Candan kut­luyorum...