Strasbourg'la Silifke'nin Arası...

Strasbourg’da, her gidişimde olduğu gibi, Server Tanilli’nin evinde kaldım. Nazım Hikmet'le ilgili bilimsel toplantıya gelenler evlere dağıtılırken, Tanilli:
Ekmekçi bende kalsın, bende kalırsa kaybolmaz! diye düşünmüş olmalı...
Çocukluğumuzda da öyle yapardık, ilçenin yakınındaki Taşkent’ten gelen öğrencileri, evlerimize götürürdük. Haberlerin dışında yazılacak ne kaldı, diye geçirirken, kimlerin kimlerde kaldığını da yazmak geldi usuma: Prof. Irene Melikoff, Louis Bazin'le eşi Micheline’i, ayrıca Radi Fiş, Azerbaycanlı Tofik Melikov'u almıştı. Prof. Ragıp Ege Demirözlü'yü; Şerif Yılmaz ile Gürsel Acar Ataol Behramoğlu'nu; Bal ile Cüneyt Kırdar Nedim Gürsel'i; Saadet'le Ercan Ersin Yılmaz Onay'ı; Nevin ile Fevzi Karadeniz çifti Mehmet H. Doğan’ı; Berrin-Cemal Dalaman çifti Asım Bezirci'yi: Lütfiye-Hayrullah Akkaya'lar Timur Muhidine'i; Gönül-Cevat Çapan çiftini, Avrupa Konseyi'ndeki Büyükelçimiz İsmet Birsel’le eşi Ayşe Birsel ağırlamışlardı.
Rusya'dan, Fransa'nın Parisi'nden, Ankara'dan, İstanbul'dan, İzmir'den gelen konuklar, kendilerini "Nazım Hikmet Kollogyumu"na vermişlerdi. Herkes toplantıda dakikası dakikasına hazırdı.
Server Tanilli'nin yardımcısı Japon asıllı, Brezilyalı Bayan Fromy:
Biliyormusunuz, dedi, Ankara Belediyesi ile İzmir belediyelerinin katkıları olmasaydı, bu toplantılar yapılamazdı!
Server Tanilli şöyle diyordu:
Ankara Belediyesi’nden Havva Çan'la, İzmir Belediyesi'nden Fatih Erdoğan'ın gösterdikleri titizliği hiç unutmayacağım.
İlk gün açılışa Büyükelçi İsmet Birsel ile Strasbourg’daki Başkonsolos Özcan Davas da gelmiş, İsmet Birsel bir de konuşma yapmıştı. Ben daha önceki gidişlerimde. Server Tanilli'yi bir telefonla arayıp hatırını sormaktan kaçınan başkonsoloslar olduğunu biliyordum. Aşağı yukarı öbür görevliler de öyleydi. Tanilli ye sorardım:
Burada görevli olanlar, sizi arıyorlar mı?
Onlar beni aramazlar, sevgili Ekmekçi!
O zaman ben de onları aramam!
Yurtdışında nereye gitsem, yurttaşlıktan çıkarılmış olanların evlerinde kalırdım. Onlarla görüşür, Türkiye'de demokrasi savaşımında, onlardan nasıl yararlanabileceğimizi düşünürdüm. Yurtseverlik, kimsenin tekelinde değildi. Onlar, 12 Eylül faşizminin hışmından sıyrılarak, bu ülkelerde sığınmacı olmuşlardı. Behice Boran, yıllarca Brüksel’de döşemesiz evlerde oturmuştu. Doğan Özgüden anlatmıştı. Bir gün, bir büyük mağazadan alışveriş edip çıkarken, Türkiye'den gelmiş bir gazeteciyi görür. Heyecanlanır, seslenecek olur. O da onu görmüştür. Ama, görmesiyle birlikte, başını çevirip uzaklaşması bir olur. Doğan Özgüden’in içinden bir dal kırılıverir!
12 Eylül, tüm gazeteciler, yazarlar için bir denektaşıdır. Aydınlarımız için de öyle. Sorarlar adama, sormalıdır:
-12 Eylül’de neredeydiniz, ne yaptınız? 12 Eylül’den bir gün önce ne yapıyordunuz? Dışarı gidenlere hor baktınız mı, bakmadınız mı?
Strasbourg'dan, Mehmet H. Doğan, Gönül-Cevat Çapan, Yılmaz Onay, Asım Bezirci, Çevre Bakanlığı’ndan Hülya Özbek, aynı uçakla döndük. İstanbul 'a gelince, erken uçaklardan biriyle Ankara’ya geldim. Pardösümü, Strasbourg'da Tanilli'de unuttuğumun ayırdına uçakta vardım. Çok geç!
Türkiye’ye gelir gelmez, Riyad Mahluf’un durumunu sordum; Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın "yazılı emirle bozma" istemini görüşen Yargıtay Ceza Dairesi, usulden bozmuş, iş yeniden yargılamaya kalmıştı. Bu arada Riyad Mahlut, bir kaza geçirmiş, cezaevi avlusunda betonda futbol oynarken bacağı kırılmış, sayrıevine kaldırılmıştı. Gelecek yazıda, Riyad Mahluf'la ilgili ilginç haberler verebileceğimi sanıyorum.
Ankara'ya gelir gelmez, ayağımın tozuyla, Altındağ Belediye Başkanı Ali Rıza Koç'un Hüseyin Gazi dağlarının karşısında yaptırdığı "Uğur Mumcu Kültür Merkezi"ni görmeye gittim.
Ali Rıza Koç, kendi bulduğu bir yöntemle, kimsenin burnunu kanatmadan, gecekonduları yıkmaya başlamış, gecekondular yıkılanlar Koç’a teşekküre geliyorlardı.
Sen buralara bunları yapıyorsun ya, yıkılsın bizim evimiz! diyorlardı. Biri anlatıyordu:
Ben işime giderken iki ayakkabı giyerdim, birini, çamurlu yollarda, öbürünü işyerimde giyerdim. Şimdi, bunlardan kurtuluyoruz.
Ali Rıza Koç, basına bilgileri verirken, orada Vedat Dalokay’ın kızı Mimar Belemir Dalokay da vardı. Uzun uzun konuştuk Vedat Dalokay üzerine. Akşam, Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin ödül töreni vardı Dedeman'da. Gülsen Tuncer, hatırımızı kırmamış, İstanbullardan kalkıp gelmişti: sunuculuğu o yaptı. Müjdat Gezen gecede, basını, basındaki liboşları bir güzel eleştirdi. Esprilerle, fıkralarla -her zamanki gibi- izleyenleri kırdı, geçirdi! Selçuk Altan çok keyifliydi...
Cumartesi akşamı Adana'ya uçup, oradan Silifke'ye geçtim. Orada da şenlik vardı. Hani ne derler
Nerde çalgı, orda kalgı!