Yokluğumda neler olmuş? “Ankara Notları”nı izleyenlerin yakından bildikleri, Biga’daki domuzların başına neler gelmiş? İnsanın kanını donduracak şeyler. Çanakkale Valisi Erdinç Büyükakalın, bakın neler neler yapmış?
Biga'nın Kahvetepe köyündeki, Yusuf Tavukçu'nun domuz çiftliğini mühürlemekle kalmamış, Yusuf Tavukçu’yu gözaltına aldırmış. Açlıktan kırılan domuzları da kamyonlara doldurtup, başına da Yusuf Tavukçu’yu koyup, İstanbul'a kesime göndermiş. Domuzlardan on beşi gebe çıkmış. Geri kalan kırk kadar domuz, kasaba teslim edilmiş. Gebe domuzları da İstanbul’da domuz çiftliği olan biri, çiftliğine koymuş. Domuz çiftliği kurarak, domuz yetiştirip, bunları satmaktan başka bir amacı olmayan Yusuf Tavukçu'nun tecimsel yaşamı söndürülmüş. Çünkü, valinin baskısı sonucu, Yusuf Tavukçu, elindeki domuzları yok fiyatına satmak zorunda kalmış.
Bu olayın bir benzeri, bir Avrupa ülkesinde olabilir mi? Avrupa; da yaşayanlar, “Ortak Pazar'a girmek isteyen bu ülkede, geçtim insan haklarından, domuz hakları bile yok!” demezler mi?
Hakkında, “yöneticilik yapamaz” diye karar olan bir vali, siyasal kulisler, ANAP'lı bazı milletvekillerinin ağır basması sonucu, Çanakkale'de kalmayı başardı. Yazıp, çizdiklerimizin öcünü zavallı domuzcuklardan aldı! Vali bu gidişle, Turgut Bey'in kabinesine de girebilir artık...
* * *
Strasbourg’da, Tanilli’nin evindeyim. Oraya Bruxelles'den trenle geçtim. Tanilli beni, tekerlekli koltuğunda karşıladı. Kucaklaştık, Server Tanilli’yi ilk kez görüyordum. O kadar, birbirimizi yakın tanımamıza karşın, karşı karşıya gelmemiştik. Türkiye'de bir faşistin attığı kurşun, omurlarından birini yok etmiş, bu bilim adamı, yıllardan beri sakat kalmıştı. İyileşmesi yolunda gösterilen tüm çabalar, sonuç vermemişti. Yaşamını tekerlekli sandalyesinde sürdürüyordu. Strasbourg’da, iyi bakılıyordu. Sayrıevinde bakımı yapılıyor, Strasbourg Üniversitesi'nde profesör olarak çalışıyordu. Prof. Tanilli’ye, Tahsin Saraç'ın “Fransızca-Türkçe sözlüğünü” Hüsnü Göksel’in yapıtını verdim. Uğur Mumcu'nun yapıtlarını verdim. Kitaplığına Orhan Ural’la birlikte çekilmiş fotoğrafımızı koydum...
Tanilli’nin konuğu olarak iki gece kaldım. Usu, düşüncesi, Türkiye’de, Türkiye'deki insanlardaydı. İşkenceye tutulanlarda, açlık grevine gidenlerdeydi. Avrupa’nın çeşitli ülkelerine konuşmalar yapması için çağrılıyordu. Yine tekerlekli sandalyesinin üzerinde, uçakla gidip, konuşmasını yapıp, dönüyordu. Üniversitede ders verdiği enstitü, evinin yakınındaydı. Oraya da arabayla götürülüp, getiriliyordu. Brezilyalı, Japon asıllı bir bayan, Phiromi, Tanilli’ye evde tüm gün yardımcı oluyordu. Tanilli, bir şey isteyeceği zaman:
Phiromi... diye sesleniyor, Bayan Phiromi; yumuşak, sessiz Japon adımlarıyla karşısında oluyordu.
Phiromi, dedi. Bak bu Mustafa Ekmekçi, benim arkadaşım, Türkiye’den geliyor. İki gün bizde kalacak. Aman onu iyi ağırlayalım…
Phiromi gülüyordu. Tanilli’nin çok geleni, gideni olduğunu biliyordu.
Yazın İlhan Selçuk gelmiş, bir gece kalmıştı Tanilli'de. Ataol Behramoğlu gelmişti. İlber Ortaylı, Haldun Özen, Bülent Tanör, daha çoktu.
Yılmaz Güney’in, Strasbourg'a gelişi, ölümünden iki ay önceydi. Tanilli’yi görmeye gelmişti. Türkoloji Enstitüsü’nün Başkanı Prof. İrene Melikoff, Server Bey’den bir ricada bulundu:
Sayın Tanilli, dedi. Paris'ten Yılmaz Güney gelmiş; Strasbourg'a gelmişken acaba, Türk sineması konusunda bir konuşma yapabilir mi enstitümüzde? öğrencilerimiz için çok yararlı olacak...
Kendisine sorayım, der Tanilli. Yılmaz Güney’e sorar. O da:
Hay hay! Der. Gün kararlaştırılır. Afişler bastırılır, duyurular yapılır. Ancak Prof. İrene Melikoff, Tanilli’ye telefon eder, şöyle der:
Sayın Tanilli, bugün çok büyük ölçüde incindim!
Hayrola ne oldu?
Paris'ten Türkiye Büyükelçisi Adnan Bulak telefonla aradı: 'Siz orada Yılmaz Güney'i konuşturmazsınız!’ dedi. 'Fakat, bu siyasal bir toplantı değil, Sayın Büyükelçi! Bir sanat konuşması...' dedimse de beni çok kıran sözler söyledi...
Olayı Strasbourg Üniversitesi rektörü öğrenir, İrene Melikoff’a:
Siz aradan çıkın. Toplantıyı üniversitemiz, rektörlüğümüz düzenleyecektir.. der. Toplantı, rektörlük adına yapılır.. Adnan Bulak da bir süre önce öldü.
Strasbourg’da İrene Melikoff'la görüşmedim. Türkiye'de katıldığı toplantılardan tanıyorum. Ünlü bir Türkologdu. Türk Tarih Kurumu'nun tüm bilimsel toplantılarına, çağrılarına gelirdi. Bir geçen yıl gelmedi İrene Melikoff, bir zamanlar bir Türkle evlenmiş, uzun yıllar Türkiye’de kalmıştı. Türkiye'yi ve Türkleri çok severdi. Ancak, Türkiye ile ilgili işlediği konular, Türkiye'deki gerici profesörleri kızdırdı, örneğin bektaşilik üzerine konuşmasını istemezlerdi. F.S. adında bir profesör, bir toplantı sırasında Uludağ’da İrene Melikoff’a gözdağı vermiş. MİT'te tanıdıkları olduğunu, kendisini MİT’e haber vereceğini söylemişti. Prof. K.A da gözdağı vermekten geri durmazdı İrene Melikoff, bunlara çok üzülür acı duyardı.
Hasan Esat Işık gibi bir diplomat olsaydı, herhalde Prof. Melikoff'u üzecek bir olay olmazdı, gibime geliyor.
Server Tanilli, onu izlerken şaşıp kalıyordum. Nasıl bir çalışmaydı? Hemen her yere yetişiyor, tuğla kalıbı kalınlığında kitaplar hazırlıyordu…
Konuşuyorduk. Demir Özlü'nün, yurttaşlığını yitirmesi olayı ile ilgili olarak PEN kulüpleri Genel Sekreteri Alexandre Brokh'a Londra'ya bir mektup göndermişti. Tanilli, mektubunda şöyle diyordu:
Size, Türkiye hükümetince Evrensel İnsan Hakları Bildirisi'nden başlayarak, uluslararası anlaşmaların, anayasanın ve Türk Yurttaşlık Kanunu’nun çiğnenerek, şair Nihat Behram'ın yurttaşlıktan çıkarılması vesilesiyle yazdığım 4 Kasım 1986 tarihli mektubumda geleceğe dönük bir kaygıyı da dile getirmiş, hatta içime doğmuş gibi, Demir Özlü'nün adını da zikretmiştim. O mektubumun üzerinden birkaç gün geçmeden, sizin de duymuş olabileceğiniz gibi, Demir Özlü de bu aydın düşmanı rejimin kahrına uğrayarak yurttaşlıktan çıkarıldı. 1980 askeri rejimi yüzünden yurtdışında, İsveç’te yaşamak zorunda kalan, çağdaş Türk edebiyatının bu tanınmış öykü ve romancısının sanatsal kişiliğinden size bahsetmeyi zait bulurum. Demir Özlü, aydın kişiliğinin gereği olarak, inanmış, bir anti-faşist ve tam bir demokrattır. Yurtdışındaki faaliyetleri de kendi ülkesinde bir an önce demokrasinin kurulması amacına dönük olmuştur... Demir Özlü, hukuka ve insan haklarına taban tabana zıt zihniyetin kurbanı olmuştur.
Onun haklarını savunmayı, Türkiye Aydınlarıyla Dayanışma Girişimi’ doğal görevleri arasında görmektedir. Ve bu uğurda mücadeleyi sonuna değin sürdürecektir. Ancak itiraf edeyim, bizim etkimiz, hiçbir zaman sizinki kadar ağırlıklı ve çarpıcı olamaz. Demir Özlü olayı üzerinde, sizin çok büyük bir hassasiyetle duracağınıza yürekten inanıyorum. Aydınlara karşı bugüne değin işlenmiş bu büyük haksızlıkların giderilmesinde olduğu kadar, geleceğe dönük yeni haksızlıkların önlenmesinde de yapacağınız girişimler, inanınız büyük rol oynayacaktır...”
Server Tanilli, Avrupa'da “Türkiye Aydınlarıyla Dayanışma Girişimi”nin başkanıydı.
4 Ocak 1987, Cumhuriyet