Sözün Dişisiyle, Erkeği..

Köyde iki kadın keçilerini köy çobanına götürürken karşılanmışlar, sabahın er saatinde, sürüye yetiştirmeye çalışıyorlarmış. Kan ter içinde yetiştirmişler sürüye:
- Ohhh demiş biri, Yetiştirdik çobana keçileri…
- He ya, yetiştirdik!
Sürü yayılmaya gitmiş dağa, iki kadın çökmüşler oracığa; başlamışlar konuşmaya. Söyleş ha söyleş! Gelinleri çekiştiriyorlar besbelli. Bir de bakmışlar ki, akşam olmuş çoban sürüleri getiriyor. Kadınlardan biri, arkadaşına şöyle demiş:
- Sözün bir dişisiyle erkeği kaldı onu da yarın konuşuruz!
Bugünlerde Ankara, bol lafla dolu. Konuşulmadık bir, sözün dişisiyle erkeği kaldı!
“Ankara Notları”nda , gündelik siyasal dedikodulara girmemeye çalıştım. Belki, olaylar, bazı yönleriyle gözüme karanlıktı.
- Şurası şöyleyken şöyle, burası da böyleyken böyle.
- Yaaaa?
- Evet.
- Çok kötü
- Bazı kişiler oluşuma patentlerini koymaya çalışıyorlarmış!
- Hmmmmmmm
- Çok yanlış işler oldu , çok, neyse sonuç olumlu...
- Ne yapmalı?
- Kalkıp konsere gideyim bari :
Salı akşamı Sovyet Elçiliğinde , Gürcü sanatçı Zurab Sotkilava’nın konseri vardı. Moskova Bolşoy Tiyatrosu Opera sanatçısıydı Zurab Sotkilava. İstanbul Konservatuarından Yıldız Tumbul da, giriş sarkılarından bir bölüme katıldı. Yıldız Tumbul Türkçe , Zurab Sotkilava İtalyanca söylediler, çok alkışlandılar. Piyanoda Azeri Ahmet Askerov var. Prof. Türkan Akyol’la birlikte oturuyordum. Gelenler arasında Suphi Karaman’la, Suphi Gürsoytrak , Haydar Tunçkanat , İhsan Sabri Çağlayangil , Nahit Menteşe , Ziya Gökalp Mülayim , Kamer Genç , Türkkaya Ataöv , Şinasi Osma , Mehmet Ali Pestici , Ertöz Suiçmez , İffet Aslan , Yunan Elçisiyle, Nijerya Elçisi de var. Nijerya Elçisiyle ikimiz aklara bürünmüş durumdayız.
Kokteylde:
- Yazı getirmişsin; diye takılıyorlar.
Protokola boş verip, yeni yazlıklarımı giyip gidiyorum. Sosyalist ülkelerin bürokratları da protokola öylesine düşkün ki; herkes karalar giyiyor…
- Yahu, devrim yapmışsınız; şu giysilerde, protokolde de yapsaydınız ya; diye geçiriyorum içimden…
İstanbul'a giderken, Esenboğa’da görevli polisin daktiloma bakıp:
- Arzuhalci misiniz? diye sorduğunu yazmıştım.
Gaziantep’ten arzuhalci bir okurdan mektup aldım.
Atılla Karataşlı, mektubunda şöyle diyor:
«Sayın Mustafa Ekmekçi.
8 mayıs 1983 tarihti «Ankara Notları»nı okudum. Satır arasında mesleğime ilişkin olarak yazdıklarınız beni kıvançlandırdı.Bunun için size teşekkür ederim.
Ne de olsa bizim mesleğin bağrından Yasar Kemal, Orhan Kemal, Hasan Hüseyin gibi nice yazarlarımız çıkmıştır. Dar zamanda benim de kurtarıcı işim olduğundan, arzuhalciliğili ben de çok seviyorum.
Asıl sövlemek istediğim su: Başyazarımız Sayın Nadir Nadiye geçirdiği ameliyattan dolayı yakından «geçmiş olsun» demek isterdim. Ama bu dileğimi sizin İletmenizi ya da, olanaklıysa notlarınızla birlikte geçmenizi rica ederim. Kendilerine ve tüm Cumhuriyet ailesine nice sağlıcaklı yaşamlar dilerim. Saygılarımla.»
Beklenen –godot- geldi; Prof Erdal İnönü, kararını değiştirerek politikayı yeğledi. Bilim adamının özgürlüğünün de politikadan geçtiğini görmüş olmalı
Ünlü bir matematikçi şöyle demiş:
- Kafam öylesine politikayla dolu ki, kendimi matematiğe veremiyorum!
Politika, «yurt yönetimi» demek. Herşey ona bağlı. SBF’de Anayasa Profesörü olan, şimdi ayrılan bir arkadaşım şöyle demişti:
- Filan, benim öğrencimdir. Sınavda, karşımda terlerdi. Politikaya atıldı ben ona saygı duyuyor, önümü ilikliyorum. Çünkü politika, gerçekten nitelikli bir uğraştır...
Erdal İnönü’nün özelliği, salt soyadından gelmiyor. Soyadı dışında kamuoyunda olumlu izlenimler bırakmış. başka nitelikleri de var. Türkiye, yeniden demokrasiye geçerken, «demokratikleşme» çabasını gösterecek, çıkarlarını bu yolda tüketebilecek kişilere gereksinim var.
Erdal İnönü’nün bu girişimiyle, ocaktaki aş pişme kıvamına girdi. Ama, daha ocaktan kalkmadı. Tuzu, biberiyse eksik.
Ankara’da konuştuklarım, her yönden Prof. Erdal İnönü’ye yardımcı olacaklarını söylemekteler. Ama, dediğim gibi, aş daha ocaktan inmedi. Sonuç için birkaç gün daha beklemek gerek …