Söyliyim miii?

Hacı Turgut Bey, 1983'te seçimi kazanıp kabinesini kurduktan sonra, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında, bakanlara öğütler verir; bu öğütler arasında şunlar da vardır:
“1- Halkın din duygularını okşayacaksınız!
2-Her konuşmanızda Atatürk'ten bahsedeceksiniz; askerlerin baskısı hâlâ üzerimizde devam ediyor!
3-Özel sektörü kollayacaksınız. Yarın, buralarda işiniz bittiği zaman, özel sektörde bir yeriniz olmalı!"
Hacı Turgut Bey'in, ilk toplantıda bakanlarına verdiği belki başka öğütleri de vardır, ben bilmiyorum. Sanırım; “Köy Enstitüleri'ni destekleyeceksiniz!" dememiştir. Bunu dediği anda abdesti bozulur!
Daha söyliyim mi?
Söyle!
Hacı Turgut Bey, son zamanlarda İbrahim Tatlıses'e bir meraklandı ki demeyin gitsin! Varsa Tatlıses, yoksa İbo! Dinlence yerlerinde, lüks makam arabasında Tatlıses’in türkülerini dinledi durdu. Arabaya gazeteciler yaklaşınca teybin kapatıldığı anlaşılıyordu. Hacı Turgut Bey, İbrahim Tatlıses'in bıraktığı izlenimle konuşmalarına başlıyor da başlıyordu.
Çankaya'ya tırmanmazdan önce hacca gitmişti: biraz da başkaları gitsindi. Ama başkaları gidememiş; yıllardır sömürülen hac olayı, bir utanca, yeni skandalla sonuçlanmıştı. Haczedeler, bankerzedelere dönmüşlerdi. Sahi, bankerzedeleri kim o duruma getirmişti?
Hacılık macılık kurtarmazdı artık Hacı Turgut Bey'i. SHP adam olsa, yapılacak ilk seçimde yoktu, Hacı Turgut Bey de eski partisi, pırtısı da. Ama ana muhalefet partisi SHP tutarlı değildi, olacağı da kuşkuluydu. Bu partide, parti içi demokrasi olmadığı gibi Ecevit’e hak verdirecek (I) yanlışlıklar, tutarsızlıklar içindeydi. Yazık! Bakalım, hinthorozu yanıbaşında oynanan oyunların ayırtına varabilecek mi?

Hacı Turgut Bey de ustası Süleyman Bey'in yolundan gidiyordu. Anadolu'da bir söz vardır “Sen tilkiysen, ben kuyruğuyum!" derler; bunu kurnazlık yarışında söylerler. Hacı Turgut Bey, halkın din duygularını okşamayı da radyo-televizyonu kullanmayı da Süleyman Bey'den öğrendi. İyi öğrendi. Milliyet -vaktiyle yıllarımı verdiğim gazete- de “Red Kit" armağanlarıyla bir ekin (kültür) deposu sundu ki eh artık Hacı Turgut Bey’i 92'ye dek kımıldatabilirsen, kımıldat! 1992'ye dek herkes başının çaresine baksın!
TV, zaten naylon gazetecilerin yuvasıydı. Bunları söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Çok da düşman kazandım. Kimse doğru laftan hoşlanmıyor. Kendileri TV’ye birkaç saniye çıkıp görünürlerse yetiyor! Herkes çalıyı başından sürüklüyor. Onun için “Hodri Meydan" gibi izlenceleri izlemiyorum, dinlemiyorum bile. O tezgâhları, o filmleri çok gördüm. Biliyorum. Halk yığınları, TV’yi kapatmasını bile bilse, sorunun çoğu çözümlenecek. Azından, halka yanlıştan doğru gibi gösterenlerin süngüleri düşecek.
İnsanları bilgisiz bırakarak yönetmekten yana olmak utanılacak bir durumdur. Ankara Hilton’da gecen hafta başında, Konrad Adenauer Vakfı'nın “Eğitim ve Politika” konulu gazetecilik seminerinde, "Köy Enstitüleri''nden söz ettim, bu kurumları övdüm diye ağır eleştirilere uğramış, yakamı güç kurtarmıştım. "Şişman" bir eğitimci profesör, şöyle demişti:
Ekmekçi'nin Köy Enstitüleriyle ilgili görüşlerine katılmıyorum. Köy Enstitüleri'nin kapanış nedenleri başkadır. Köy Enstitülü öğretmenlere. 20 yıl köyde zorunlu hizmet getirilmişti, kapanış nedeni odur!
Eğitbilimci profesörün, "20 yıl zorunlu hizmet" dediği, laf kıtlığında asmalar budamaktan başka bir şey değildi. Yanıt bile vermedim. Damarına basmak istedim:
Ben. dedim, yalnız Köy Enstitüleri’ni değil, domuz etini de yazıyorum!
Domuz eti konusunu onaylıyorum! diye karşılık verdi. Aman ne iyi!
Domuz eti yenmesine karşı çıkmıyordu da Köy Enstitüleri'ne karşı çıkıyordu!
Aynı köyden çocuk, enstitülere alınıp yetiştirildikten sonra o köye öğretmen ya da sağlıkçı, ebe olarak atandığında, hiç zorunlu hizmeti olmasın mı? O köyden yetişmiş çocuk, kendi köyünde 20 yıl kalamayacaksa yaşam boyu, köyde kalan köylü ne olacak? Ne olacak, yüzüstü bırakılınca-büyük kentlere taşınacak! İstanbul, Ankara İzmir birer köy-kent olacak! Köylerde kimse kalmayacak. Aydın, bürokrat kente kaçar da köylü kaçamaz mı?
Köy Enstitüleri'nin amacı, köyleri canlandırmaktı, köylüyü bilinçlendirmekti. Köylü, bilinçli olabilse politikacılar ülkede din sömürüsü mü yapabilirlerdi. Atatürk sömürüsü mü?
Köy Enstitüleri'nde eğitim başı olarak çalışan Varlık Özmenek’in babası, benim dostum- Hamit Özmenek, İsmail Hakkı Tonguç'tan iş ister; Köy Enstitüleri'nde çalışmak islemektedir.
Efendim, der, Köy Enstitüleri’nde ben de çalışayım. İnanın başarılı olamazsam beni en ücra, en uzak köye verin!
Tonguç, şu karşılığı verir:
Başarılı olursan seni en uzak köye veririm. Başarılı olmazsan kendine Ankara'da yer bul! (Olayı, emekli öğretmen Hacı Angı anlattı. Olay, Rauf İnan'ın yapıtında da geçiyormuş.)
Köy Enstitüleri buydu, böyle çalışıldı o kuruluşlarda. Onlara kimse toz konduramaz. Eksikleri yok muydu? Olmaz olur mu? Ama eleştiriler, bilimsel olmalı; dürüst olmalı.

Köy Enstitüleri'nde okumadım. Öyle, yoksul çocuğu değildim. Babamın okutacak olanağı vardı. Konya Lisesi'nde okurken bir gün okula Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel geldi. İvriz Köy Enstitüsü de Konya'nın Ereğli ilçesi yakınlarında; şimdi düşünüyorum da Yücel gerçekte bize değil, İvriz'e gidiyordu. Bize, okula geçerken uğramıştı. Elbette, bizim de bakanımızdı. Ama o, “Karaoğlan" dediği Köy Enstitülüleri seviyordu. Ben unutmuşum, belki Hacı Turgut Bey de unutmuştur anlatayım: Bakan Yücel, okula gelince müdür Süleyman Acar tüm öğrencileri okulun ön bahçesinde toplar. Hasan Ali Yücel:
Merhaba çocuklar!
Sağ ol!
Nasılsınız?
Sağ ol!
Bana söyleyeceğiniz bir şey var mı? Bir şikâyetini filan?
Sağ ol!
Biz ezberlemişiz, asker asker “Sağ ol!'' diyoruz. Yücel kızıyor:
Ne sorsam. "Sağ ol" diyorlar, ne biçim okul bu?
Çıkıp gidiyor Köy Enstitüleri öyle değil işle, orada "demokratik" eğitim var; her şeye “sağ ol" demiyorlar. Bakanla, genel müdürle, müdürle çatır çatır tartışıyorlar. Daha söyliyim miiii?