Aysel Zehir’e pasaport verilmedi. Belleğini yitirmiş, uyurgezer gibi dolaşır gördüğüm genç kız, pasaport verilmediği için yurtdışına gidemeyecek, iyileşemeyecek; pasaport vermeyenlerin yüzlerine haykırıp duracak!
Ne demiş Yenişehirli Avni?
"Ehibba şive-i yağmada mebhut eyler âdâyı/Hüdâ göstermesin âçârı izmihlal bir yerde!"
Türkçesi aşağı yukarı şöyle: "Tanrı bir yerde çöküş belirtileri göstermesin, dostlar ortalığı talan etmede düşmanı şaşkına çevirir!”
Bir yanda MİT raporları, bir yanda zakkum, bir yanda dayanılmaz yaşam pahalılığı, enflasyon, bir yanda cezaevlerini, tutukevlerini dolduranlar, cezaevlerinde baskılar yüzünden girişilen açlık grevleri, bir yanda üniversitelerde boyunları vurulmuş, çökertilmiş profesörler, kamu yönetiminde doruğa çıkan partizanlık, rüşvetsiz bir iş görülemediği söylentileri, bunların yaygınlaşması nasıl bir görüntü verir? Bunları gören düşman şaşkına dönmez mi?
İnsan Hakları Derneği Genel Sekreteri Akın Birdal da, çağrılı olduğu bir geziye, yurtdışındaki toplantıya gidemedi. Pasaport verilmedi. Akın Birdal'a çağrı, Federal Almanya Yeşiller Grubu'ndan Ellens Olmsça yapılmıştı, 18 şubat için bileti gönderildi. Pasaport için Akın Birdal beş ay önce başvurmuştu. Kendisine “tahdit” olduğu, bunun için çeşitli makamlarla yazışmalar yapıldığı, onların sonuçları alınıncaya dek pasaport verilemeyeceği bildirildi. Ankara'da bulunan Yeşiller Grubu’ ndan Alman milletvekilleri, Akın Birdal'a:
- Biz, sizin Meclis Başkanınız Yıldırım Akbulut’la görüşeceğiz, isterseniz, sizin pasaport konunuzu açalım! dediler. Akın Birdal:
- Olmaz! yanıtını verdi, o bizim sorunumuz, biz onu çözeriz!
Akın Birdal, "Köy-Koop" davasından yargılanmış, aklanıp çıkmıştı.
Ancak, onun aklandığı aklama kararları, daha önceleri "sınırlama”, Osmanlıcasıyla "tahdit" konulduğu bildirilmiş, makamlara duyurulmamıştı. Hemen her işimiz böyle miydi?
Toplantı, Türkiye'deki cezaevleriyle ilgiliydi, dün başladı. Almanya’da Frankfurt'ta, Bonn'da, daha sonra da Hollanda ve Fransa'da yapılacaktı. Toplantılara şunlar katılacaklardı:
Prof. Server Tanilli, Kürşat İstanbullu, Jurgen Mayer (Yeşiller'den), Prof. Abraham Baher (Fransa'dan), Kurt Ulem Bru (Yabancılar danışmanı), Günther Hofman (Almanya'dan savunman), Leman Fırtına (İnsan Haklan Derneği Genel Başkan Yardımcısı), Tetrev Hartman (Savunman, Geri Kalmış Ülkelerde İşkence Araştırma Kurulu Başkanı), Rayhart Polker (Öğretmenler Sendikası Başkanı).
Toplantıya katılamayan Akın Birdal, şu mesajı yolladı:
"Değerli arkadaşlar,
Çağrınıza teşekkür ederim. Ne yazık ki toplantıya katılamıyorum. Buna neden, dayanaksa yurtdışına çıkarılmayan üç yüz kırk sekiz bin yurttaşımızdan biri oluşumdur. Yurttaşlarını önce insan bilip, sonra da onun haklarına saygılı bir toplum düzeninin kurulabilmesi, demokrasi ve insan haklarının eksiksiz gerçekleşmesine bağlıdır. Bunun ilk ve somut ölçütü de, düşüncenin ve o doğrultuda örgütlenmenin suç sayılıp cezaevlerine kapatılmamasıdır. Ama ne cezaevleri, ne zindanlar, ne de işkenceler, aydınlanmanın ve insanlaşmanın önünde tarih boyunca ve sürekli engel oluşturamamıştır, oluşturamayacaktır. Çünkü dünya dönüyor; dönen dünyanın güneşi onların cezaevlerini, zincirlerini ve zindanlarını eritmiştir, eritecektir. Bu vesileyle toplantıyı düzenleyen dostlara, değerli konuşmacılara ve izleyenlere sevgi, saygılarımızı sunuyor, dayanışma duygularımızı iletiyoruz. Selam insana ve onun onurunu ve mücadelesini yükseltenlere..."
Halit Çelenk de uzun süreden beri pasaport alamayanlardan. Halit Çelenk, pasaport verilmediği için yurtdışında yapılan, çağrılı olduğu toplantılara katılamıyor.
Merih Sezen, karamsarlıktan bunaldığım bir sıra geldi Ankara'ya. Turkuvaz Sanat Galerisi'nde sergilediği yontucuklarını toplayıp İstanbul'a döndü. Merih Sezen'in asıl uğraşı savunmanlık. Barolar Birliği Başkan Yardımcılığı görevi yaptı. Ayrıca sporcu; yıllarca yurtdışında eskrim yarışmalarına katıldı. Yetmişi aşkın yontucuğundan (heykelciğinden) çok azı satıldı. Bir bayan şöyle demiş:
- Heykelciğinizden satın almak istiyorum, ama insanın gözünün içine bakıyor adamlar! Bilmem ki, nasıl alsam?
Merih Sezen’le, otobüse atlayıp, Gaziosmanpaşa'da "Nev" galerisine gittik, orada Mehmet Güleryüz'ün yağlıboya posterlerini gördük. Merih'in usu, düşüncesi yontucuklarındaydı. Fiyatlara bakıyor:
- Bak, beş yüz bin lira, benim heykelcik 50 bin lira! diyordu...
Sonra, bize gittik; sergisine Tanilli'nin yolladığı mesajı gösterdi. Tanilli, şöyle diyordu:
"Sevgili Merih Sezen.
Mektubunu ve zarif davetiyeni aldım. Çok teşekkür ederim. Pek büyük bir anlam taşıdıklarına inandığım heykelciklerini gelip görmeyi çok isterdim. Ama o günler de olacak. Kutlarım; daha nice güzel çalışmalara."
Sergiye bir telgraf daha gelmişti, imza yerinde “Ahmet Nihat" yazıyordu. Bu, Nihat Sargından başkası değildi. Nihat Sargın. Merih Sezen'in yakınıydı. Merih Sezen’le Abidin Dino’nun ağabeysi Arif Dino'yu konuştuk. Arif Dino, hiçbir şiirini yazmaz, sadece söylermiş. Birini de Fransızca söylemiş. Merih, belleğinde tutmuş. Şiir şöyle:
'Tes Yeux/tes Cheveux/Tes levres/Les vents/Les cleux/Les mers/Ouel beaux voyage/et puis?"
Türkçesi şöyle:
“Gözlerin/Saçların/Dudakların/Rüzgarlar/Gökler/Denizler/Ne güzel yolculuk/Ve sonra?"
21 Şubat 1988, Cumhuriyet